Tuesday, November 15, 2005

50 filmlik bir liste.


Phobos Entertainment'a göre görmeniz gereken 50 bilimkurgu filmi:

Film adı ...........................................Yönetmen

Star Wars .........................................George Lucas
Metropolis ........................................Fritz Lang
Forbidden Planet .................................Fred M. Wilcox
Invasion Of The Body Snatchers ...............Don Siegel
The Fly ............................................David Cronenberg
The Thing From Another World ................Howard Hawks & Christian Nyby
The Thing ........................................John Carpenter
The Empire Strikes Back ........................Irvin Kershner
The Matrix ........................................Andy Wachowski & Larry Wachowski
Godzilla ...........................................Inshiro Honda
The Time Machine ...............................George Pal
War of the Worlds ...............................Byron Haskin
Star Trek: The Wrath of Khan ..................Nicholas Meyer
Planet Of The Apes ..............................Franklin J. Schaffner
The Andromeda Strain ..........................Robert Wise
This Island Earth .................................Joseph M. Newman
Them! .............................................Gordon Douglas
Five Million Years to Earth ......................Roy Ward Baker
2001: A Space Odyssey .........................Stanley Kubrick
The Terminator ..................................James Cameron
Blade Runner .....................................Ridley Scott
Altered States ...................................Ken Russell
Things to Come .................................William Cameron Menzies
Alien ..............................................Ridley Scott
Aliens .............................................James Cameron
The Day The Earth Stood Still .................Robert Wise
The Incredible Shrinking Man ..................Jack Arnold
The Day After ....................................Nicholas Meyer
Barbarella ........................................Roger Vadim
A Clockwork Orange ............................Stanley Kubrick
Sleeper ..........................................Woody Allen
Zardoz ...........................................John Boorman
Logan's Run ......................................Michael Anderson
Close Encounters Of The Third Kind ..........Steven Spielberg
Tron ..............................................Steven Lisberger
1984.............................................. Michael Radford
Akira .............................................Katsuhiro Otomo
Total Recall ......................................Paul Verhoeven
Independence Day ...............................Roland Emmerich
Galaxy Quest ....................................Dean Parisot
Fantastic Planet .................................Rene Laloux
Earth vs. The Flying Saucers ..................Fred F. Sears
The Rocky Horror Picture Show ...............Jim Sharman
Bride of Frankenstein ..........................James Whale
Plan 9 From Outer Space ......................Ed Wood
The Crawling Eye ...............................Quentin Lawrence
Dr. Strangelove .................................Stanley Kubrick
Road Warrior ...................................George Miller (II)
When Worlds Collide ...........................Rudolph Mate
Strange Days ...................................Kathryn Bigelow

Tuesday, November 08, 2005

Dark City



Yönetmen Alex Proyas'ın yazıp yönettiği Dark City'nin yeni bir yönetmen kurgusuyla DVD olarak piyasaya (yeniden) sürüleceği internet camisaında konuşuluyor. Kanımızca tekrar tekrar sıkılmadan izlenecek bilimkurgu filmlerinden biri olan Dark City'nin bu yeni versiyonu da ilgi çekici olacaktır...

Saturday, October 01, 2005

Douglas Adams'dan Biz Vecize


"Nothing travels faster than the speed of light with the possible exception of bad news, which obeys its own special laws."

"Hiç bir şey ışık hızından daha hızlı hareket edemez, bir de sadece kendi kurallarına uyan kötü haberler!"

Wednesday, September 07, 2005

Martin Favelis'ten Gerçek Bir Hikaye

"Yıldızlararası yolculuk mümkün değil", "robotların hayatımıza girmesine daha çook var", "Aya yolculuk imkânsızdır" vs. diyerek bilimkurguya burun kıvıranlara ithaf olunur.

GERÇEK BİR HİKAYE

12 yaşımdayken geleceğin bilgisayarlardan oluşacağı söylendi bana. Şok oldum. Büyük bir hesap makinesi, pahalı bir saat, filmleri olmayan bir televizyon ve aptal bir oyundan oluşan bir alet takımının nasıl olup da geleceğin sembolü olacağını göremiyordum. “Göreceksin” dediler, “Bir bilgisayar vasıtasıyla herşeyi yapabileceğiz”. Bu yıllarda denizde yüzer, bisiklet kullanır, judo çalışırdım…ve illüstrasyonsuz kitaplar okumaya başlıyordum. Bir Commodore 64 bu hobilerimden herhangi birini nasıl yapabilirdi ki?


Yetişkinler bana çok fazla septik olduğumu söyledikten sonra gelecekteki bilgisayarların müzik, güzel sanatlar ve birçok günlük faaliyette kullanılabileceğini anlattılar. Aslında gerçekten de piyano çalmak için bir PC’ye ihtiyacım yoktu; renkli kalemlerimle çizim yapmaktan hoşlanıyordum; ışıkları mükemmel bir şekilde kendim kapatıp açabiliyor, dışarı çıktığım zaman kapılarımı kilitleyebiliyor, anahtarlarımı da paspasın altında saklayabiliyordum. Internet ya da dijital sistemler olmadan da yapabilirdim.

Ondan sonra geleceğin –bu 2000 yılıydı- süper arabalar, süper uçaklar ve gümüş renkli kıyafetler giyen ve hepsi de kel olan insanlardan oluşacağı inancı yayıldı. Bu inançla “Kuaförler, gelecekte de ayakta kalmak istiyorsanız bilgisayar bilimi çalışın” diyerek alay ettiğimi hatırlıyorum.



Bilgisayarların gelişimine inatla direnç göstererek büyüdüm. Ve de aynı anda arkadaşlarımı kaybetmeye başladım. Ben inadımı sürdürürken onlar elektronik masa tenisi oynuyor, nehire taş atmaktansa uzay korsanlarını bir ekranda vuruyordu. Ama ben hala onların “daha keskin görüntü tanımı”, “daha hızlı işletim sistemi” ya da “daha fazla RAM” tanımlarına gülmeyi sürdürüyordum.

Zaman geçti. Arkadaşlarımdan biri bilgisayar uzmanı oldu; diğeri çocuklara bilgisayar öğretti ve bir diğeri de bilgisayar oyunlarının yasa dışı kopyalarını sattı. Bir işe başvurmaya karar verdiğimde bir bilgisayar uzmanı olduğum konusunda yalan söylemek zorunda kaldım. PC’nin önüne bir kez oturduktan sonra hayatım süresince öğrenmeyi reddettiğim herşeyi birkaç ay içinde öğrenmek zorunda kaldım. Mouse’la yapmak istediğim bir iş konusunda başarısız olduğum zaman kuaförlerle ilgili yaptığım yorum geldi aklıma. En azından eğer bir kuaför olsaydım şimdiye kadar bilgisayarlarla ilgili birşeyler öğrenmiş olacaktım.

İş hayatında yaşadığım baskı bilgisayarlarla iyi bir dil konuşmamı sağlamadı. Fakat satranç bunu sağladı. Amatör bir satranç oyuncusu olarak yenilmez PC’mle oynayarak çok şey öğrendim. Daha sonra bilgisayarlar için müzik programları ortaya çıktı ve yine amatör bir müzisyen olarak elektronik öğretmenimden çok şey öğrendim. Daha sonra Internet beni öyle bir yakaladı ki, PC’mden lavaboya gitmek için bile uzaklaşamıyordum.

Bugünlerde sonunda bilgisayarına aşık bir insan olarak daha organize bir insan oldum. Şu andaki işim uzun saatler boyunca monitör karşısında oturmamı gerektiriyor, fakat uyumadan uyumaya bilgisayarımı kapatmayı başarabiliyorum. Yemek yemek için bile bunu yapabiliyorum.

Eski arkadaşlarım şimdilerde en büyük uluslararası bilgisayar şirketlerinin başkanları ve benim için bunu söylemek zor olsa da öyle zenginler ki işlerinin başında onları bulmak imkansız. Dünyanın dört bir köşesinde otelden otele geziyor, ayda bir dizüstü bilgisayarlarına banka hesaplarına yatan yığınla parayı kontrol etmek için bakıyorlar.

Şimdi ciddiye dönüyorum. Bu hikayenin ne vermek istediği bir ders, ne de öğretmek istediği birşey var. Bu sadece sıradan bir çocuğun anlattığı bir hikaye. Herhangi birinin hikayesi olabilirdi fakat benim oldu. Ve dürüst olmak gerekirse size birşey söylememe izin verin, kim ne derse desin bilgisayarlar insan hayatı için o kadar da hayati değil.

Bitirmek için sadece iki kelime: Game Over

Kaynak: http://www.nd-karikaturvakfi.org.tr/

Saturday, August 27, 2005

Robotiğin Üç Yasası

Ne Robot AL-76 ne de Robot ZZ-3 hikayeleri benim ana düşünce akımımı temsil etmektedir. Gerçekte, Eylül 1940’da Super Science Stories dergisinde (editör tarafından seçilen ve bence kötü bir başlık olan “İlginç Oyun Arkadaşı” ismi ile) çıkan ilk robot hikayelerimden “Robbie” ile doğru bir başlangıç yaptım.

“Robbie” konuşamayan daha ilkel bir robot modeli hakkındadır. Çocuk bakıcılığı görevini yerine getirmek için tasarlanmıştır ve bu görevi övülecek kadar iyi yapmaktadır. İnsanoğluna tehdit olmaktan, yaratıcısını yoketmeyi istemekten veya dünyayı elegeçirmekten çok uzaktır. Sadece ne için tasarlandıysa onu yapmaya çabalamaktadır. (Bir otomobil uçmak ister mi? Bir elektrik düğmesi yazı yazmak ister mi?)

1940’larda yazılan ve hepsi Astounding Science Fiction dergisinde yayınlanan sekiz hikayemde de bu patikayı izledim. Bu hikayeler; “Reason” (1941), “Liar!” (1941), “Runaround” (1942), “Catch That Rabbit” (1944), “Paradoxical Escape” (1945), “Evidence” (1946), “Little Lost Robot” (1947) ve “The Evitable Conflict” (1950)’di.


Bu sekiz hikaye artı “Robbie” bir araya getirilerek 1950’de Gnome Press tarafından basılan “I, Robot” kitabım oluşturuldu. Herzaman ki tekrar basım ve yabancı basımlardan sonra yayından kalktı, bundan sonra “iyi bir mal”ı hemen farkeden Doubleday&Company’den yatırım beyefendileri 1963’de yeni bir basım ayarladılar.

Benim duyarlı, Mefistovari olmayan robotlarım gerçekte yeni bir tür değildi. 1940’dan öncede bu türde robotlar seyrek olsa dahi vardı. Aslında, mantıklı bir amacı hataya ve tehlikeye yolaçmadan yerine getirebilen bazı robotları İlyada’da bulabiliriz. Kitap XVIII’deki şu epikte, Thetis, oğlu Achilles için ilahi olarak dövülmüş mükemmel zırhı elde etmek amacıyla demirci tanrı, Hephaistos’u ziyaret eder. Hephaistos topaldır ve zorlukla yürür. Thetis’i karşılamak için dışarıya çıkmasını anlatan bir pasaj vardır (W.H.D. Rouse’un çevirisinden):

“Sonra o .... yanında kendisini destekleyen bir çift yardımcı ile kalın bir bastona dayanarak dışarıya topalladı. Bu yardımcılar tam olarak yaşayan kızlara benzeyecek şekilde altından yapılmıştı, kafalarında zeka vardı, konuşabilir ve kaslarını kullanabilirlerdi, yün eğirebilir ve dokuma yapabilirlerdi, ve işlerini yapıyorlardı...”

Kısaca bunlar robotlardı.


Ve şimdiye kadar, o kadar da kısa sayılmayacak 2500 yılla sınırlı bir sahada ilk olmamama rağmen, “modern robot hikayesi”nin yaratıcısı ünvanını kazanmama yetecek derecede tutarlı arka planı hikayelerimde oluşturmayı başardım.

Yavaş yavaş, hikaye hikaye, bu konu hakkındaki fikirlerimi geliştirdim. Benim robotlarımın platin-iridyum süngerinden yapılmış beyinleri ve pozitronların üretimi ve yokedilmesi ile ortaya çıkan “beyin yolları” vardı. (Hayır, bunun nasıl yapıldığını bilmiyorum.) Sonuçta benim yaratıklarım “pozitronik robotlar” olarak bilindiler.

Benim robotlarımın pozitronik beyinlerinin tasarımı, teknolojinin geniş ve girift, benim “robotik” ismini verdiğim, yeni bir sahasının açılmasını gerektiriyordu. Bana bu kelime “fizik” veya “mekanik” ne kadar tabii ise o kadar tabii göründü. Ancak beni şaşırtarak icat edilmiş bir kelimeye dönüştü ve Webster’s Unabridged’in ne ikinci ne de üçüncü baskısında bulunabilir.

Herşeyden önemlisi, robot beyinlerinin, kendi dışındaki bütün diğer şeyleri ikincil hale getiren temel tasarımına kelimelerle yerleştirilmesi amaçlanan, “Robotiğin Üç Yasası” olarak isimlendirdiğim metni kullanmamdı.

Bu yasalar aşağıdadır:

1. Bir robot, bir insana zarar veremez veya harekete geçmeyerek bir insanın zarar görmesine izin veremez.

2. Bir robot, Birinci Yasa ile çelişmedikleri sürece bir insan tarafından verilen emirlere uymak zorundadır.

3. Bir robot, bu koruma Birinci veya İkinci Yasa ile çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.

Açıkçası, modern bilimkurgu edebiyatındaki robot hikayelerinin doğasında en fazla değişikliği sağlayan robotiğin bu yasalarıydı. Artık iyi bilimkurgu dergilerinin sayfalarında eski, yaratıcısına karşı çıkan tipte bir robot seyrek olarak görülecekti çünkü, en basit açıklamayla, bu Birinci Yasa’nın çiğnenmesi demekti. Robot hikayeleri yazan pekçok yazar, bu üç yasayı görünürde alıntılamaksızın kabul ettiler ve okurlarından da aynı şeyi yapmalarını beklediler.


Aslında , gelecek yıllarda eğer bir şekilde hatırlanacaksam bunun robotiğin bu üç yasası sayesinde olacağını söylüyorum. Bu bir şekilde beni rahatsız ediyor çünkü kendimi bir bilimadamı görüyorum ve var olmayan bir bilimin var olmayan temelini oluşturduğum için hatırlanacak olmam utanç verici. Ancak eğer robotik benim hikayelerimde anlattığım mükemmellik derecesine bir şekilde ulaşırsa belki robotiğin üç yasasına benzer birşey gerçekten ortaya çıkabilir ve eğer böyle olursa her zaman rastlanmayacak derecede benzersiz (ne yazık ki eğer olursa, insanüstü) bir zafer kazanmış olacağım.

Benim pozitronik robot hikayelerim iki gruba ayrılabilir: Dr. Susan Calvin ile ilgili olanlar ve olmayanlar. Dr. Susan Calvin ile ilgili olmayanlar sıklıkla, sürekli deneysel robotların saha denemelerini yapan ve neredeyse sürekli bunlarla ilgili başları derde giren Gregory Powell ve Mike Donovan ile ilgilidir. Robotiğin Üç Yasası’nda, yeni hikayeler için gerekli belirsizlik ve çelişkileri sağlamaya yetecek kadar farklı anlamlara çekilebilme kapasitesi vardı ve benim için rahatlatıcı şekilde, bu Üç Yasa’nın altmış bir kelimesinden yeni bir açıyla düşünmek her zaman mümkün görünmektedir.

“I, Robot”daki dört hikaye Powell ve Donovan ile ilgilidir. Bu kitap basıldıktan sonra, böyle bir hikaye daha yayınlandı veya daha doğrusu bu yalnız Donovan hakkında bir hikayeydi. Bir kez daha robotlarım pahasına komik oluyordum ama bu kez hikayeyi anlatan ben değil Donovan’dı ve ben ondan sorumlu değilim.

“First Law” isimli bu hikaye ilk kez Fantastic Universe Science Fiction’ın 1956 Ekim sayısında yayınlandı.


Bu metin İsaac Asimov’un “Rest Of the Robots” isimli hikaye kitabında (Pyramids Books-1964) yazdığı bir hikaye tanıtım yazısıdır.

Çev:White

Not: Bu arada "Robotiğin Üç Yasası" ilgili bir site burada.



Saygın Bilimkurgu Eserleri

İnternet şaşkınlık verici bir ortam. İşte size seçkin bilimkurgu yazarlarından zip, rar, txt formatında kitaplar. Hem de eksiksiz, İngilizce okuma yapmak isteyenler için... Aralarında dilimize daha önce çevrilmemiş olanlar da var.

Wednesday, August 10, 2005

Frankenstein'den Robotlara

Bir yazarın kabusunu duymak ister misiniz?

Peki, o zaman, kendini Büyük Adam olarak gören , oldukça ünlü bir yazar hayal edin. Bir karısı var, kendi halinde bir kadın. Kadın da biraz yazar ama yazarlığı tabii ki ne kocasının ne dünyanın ne de (hepsinden önemlisi) kendi gözünde onun büyük, onun muhteşem kocasına göre bir hiç.

Ve hayal edin, bir sohbetin sonucunda, kendi halindeki bu kadın belli bir konu hakkında bir roman yazacağını bildirir. Ve Büyük Adam, masumca gülümseyerek, “Tabii canım. Hadi bakalım yaz.” der.

Ve kadın romanı yazar, roman yayınlanır ve tamamen devasa sayılacak bir heyecana yolaçar. Ve daha sonraki zamanlarda, Büyük Adam evrensel olarak büyük kabul edilmesine karşın sonsuza kadar hatırlanacak olan bu kendi halinde kadının romanı olur ve bu roman o kadar iyi bilinir ki romanın ismi İngiliz dilinde deyim haline gelir.

Normalde ben merkezci bir yazar için ortaya çıkacak ne kadar dehşet verici bir durum.

Ancak bunu kurgulamıyorum. Bu gerçek bir hikaye. Bu gerçekleşen bir olay.

Büyük Adam, İngiliz dilinin muhteşem lirik şairlerinden biri olan Percy Bysshe Shelley’di. Yirmi iki yaşındayken, Mary Wollstonecraft Godwin ile gizlice kaçtı. Olay romantik olmasına rağmen, o sırada Shelley henüz evli bir adam olduğu için biraz kurallara uymayan şekilde oldu.

Durum öyle aleniydi ki İngiltere dışına çıkmaları onlar için daha iyi oldu ve 1816 yılının yazında, Shelley kadar büyük bir şair ve dile düşmüş bir beyefendi olan Lord Byron olarak tanınan George Gordon ile beraber İsviçre’de Genova gölünün sahillerinde kaldılar.

Bu sırada, bilim dünyası mayalanma süreçi içindeydi. !791’de İtalyan fizikçi Luigi Galvani, kurbağaların kaslarının eğer iki farklı metal dokundurulursa kasıldığını keşfetmiş ve bu ona yaşayan dokuların “hayvan elektriği” ile dolu olması gibi görünmüştü. Bu teori başka bir İtalyan fizikçi, Alessndro Volta tarafından, elektriğin canlı veya daha önce canlı dokular olmadan değişik metallerin yanyana konulması ile üretilebileceğini göstermesiyle şüpheli hale geldi. Volta ilk pili icat etmesini takiben İngiliz kimyacı, Humphry Davy 1807 ve 1808’de daha önce görülmemiş güçte bir pil üreterek bunu devamını getirdi ve bunun yardımıyla elektrik olmayan dönemde kimyacılar için imkansız olan çeşitli kimyasal reaksiyonlar gerçekleştirdi.

Bunun için, elektrik gücü temsil eden bir söz oldu ve Volta’nın araştırmaları Galvani’nin “hayvan elektriği”nin yanlış olduğunu kısa sürede ortaya çıkarmasına rağmen bu söz halk arasında büyülü bir tabir olmayı sürdürdü. Elektriğin hayatla ilişkisine ilgi çok yoğundu.

Bir akşam Byron, Shelley ve Godwin’in de bulunduğu küçük bir grup elektrik yoluyla gerçekten bir hayat yaratmanın mümkün olup olmadığını tartıştılar ve bu Mary’ye bu konu üzerine bir fantazi yazabileceğini hatırlattı. Byron ve Shelley bunu desteklediler ve aslında onlar da, bu kendi halinde arkadaşlarının özel eğlencesi için fantastik romanlar yazmayı düşündüler. Gerçekte bu fikri sadece Mary devam ettirdi. Bu yılın sonunda ilk Mrs. Shelley intihar ettiği için artık Shelley ve Mary evlenebilir ve İngiltere’ye dönebilirlerdi. Mary Shelley romanını 1817 yılında İngiltere’de bitirdi ve roman 1818’de yayınlandı. Bu roman, labaratuvarında bir varlığı bir araya getiren ve sonra elektrik yoluyla onu canlandırmayı başaran anatomi öğrencisi genç bir bilim adamı hakkındaydı. Bu varlık (isim verilmemişti) bütün görenleri nöbet geçirtecek kadar korkutan korkunç yüzü ile iki buçuk metrelik canavarımsı bir yaratıktı.

Bu canavar insan toplumunda kendine bir yer bulamaz ve sonuçta bundan duyduğu acı sebebiyle bilim adamına ve bütün sevdiklerine düşman olur. Bilim adamının akrabaları (evleneceği kız da dahil) birer birer yokedilir ve sonunda bilim adamı da ölür. Canavar, muhtemelen vicdan azabıyla ölmek üzere, vahşi tabiatta başıboş dolaşmaya başlar.

Roman çok büyük bir heyecana yolaçtı ve ortaya çıkardığı bu büyük heyecan hiç bitmedi. Hangi Shelley’in genel olarak insanlar üzerinde daha büyük etki yaptığı konusunda sorgulamaya açıkça gerek yoktur. Edebiyat öğrencileri için Shelley denince akla gelen Percy Bysshe olabilir ama sokakta insanları durdurun ve onlara hiç Adonias, The Cenci veya Ode to the West Wind’ı duyup duymadıklarını sorun.Tabii duymuş olabilirler ancak duymamış olmaları çok daha muhtemeldir. Daha sonra Frankenstein’ı duyup duymadıklarını sorun.

Frankenstein, Mrs. Shelley’in romanının ve bu canavarı yaratan genç bilimadamının ismiydi. Bundan sonra Frankenstein ismi, kendi yaratıcını yokeden herhangi birşey yaratan herkez veya herşey için kullanılan bir deyim oldu. Günümüzde sadece mizahi olarak kullanılan “Bir Frankenstein canavarı yarattım” ifadesi böyle basmakalıp bir söz haline geldi.

Frankenstein’ın başarısını, en azından kısmen, insanoğlunun hiç bitmeyen korkularından birisi olan tehlikeli bilgiye karşı korkuyu yeniden ortaya koymasına borçluydu. Frankenstein, insan için anlamı olmayan bilgiyi arayan başka bir Faust’tu ve kendi Mefistovari cezasını yarattı.

19. yüzyılın başlarında Frankenstein’ın yasak bilgiyi dine karşı saygısızca kullanımının gerçek doğası aşikardı. İnsanoğlunun ilerleyen bilimi ölü maddelere hayat verebilir ama bu Tanrı’nın özel bölgesi olduğu için insanoğlunun yapabileceği hiçbirşey bir ruh yaratamazdı. Bunun için Frankenstein’in en fazla yapabileceği ruhsuz bir zeka yaratmaktı ve sonuçta böyle bir ihtirasta günahtı ve azami cezayı hakediyordu.

Teolojik “Yapmayacaksın” engeli 19. yüzyıl ilerledikçe insanoğlunun bilgisinin artması ve bilimin ilerlemesi ile zayıfladı. Endüstri devrimi genişleyip derinleşti ve Faust motifi, geçici olarak yerini ilerlemeye ve kaçınılmaz şekilde yaklaşan bilim ütopyalarına yönelik canlı bir inanca bıraktı.

Maalesef, bu rüya I. Dünya Savaşı ile parçalandı. Bu korkunç katliam, bilimin neticede insanlığın düşmanı olabileceğini oldukça açık gösterdi. Bilim sayesinde, yeni patlayıcılar üretildi ve yine bilim sayesinde bu patlayıcıları daha önce güvenli sayılabilecek cephelerin gerisine ulaştırmak için uçaklar ve gemiler inşa edildi. Siperlerin en büyük korkusu olan zehirli gaz kısmen bilim sayesinde mümkün oldu*.


Sonunda, şeytani bilim adamı veya en iyi olduğunda dine karşı saygısız olan ahmak bilim adamı I. Dünya Savaşı sonrası bilimkurgusunda demirbaş karakter oldu.

Savaştan hemen sonraki günlerde bu motifin yine yarı canlılar yaratılmasını irdeleyen dramatik ve etkili bir örneği ortaya çıktı. Bu Çek yazar, Karel Kapek tarafından yazılan R.U.R oyunuydu. Bu eser 1921 yılında yazıldı ve 1923 yılında İngilizce’ye çevrildi. R.U.R’un açılımı Rossum’s Univeral Robots’du (Rossum’un Evrensel Robotları). Rossum, Frankenstein gibi, yapay insanlar yaratmanın sırrının keşfetmişti. Bunlara, Çek dilinde “işçi” anlamına gelen bir kelime olan “robot” deniyordu ve takiben bu kelime İngilizce’ye girdi ve kalıcı oldu.

Robotların, isimlerininde ima ettiği gibi, işçi olmaları beklenir ama herşey yanlış gider. İnsanoğlu motivasyonunu kaybettiği için üremeyi bırakır. Devlet yöneticileri robotları savaşta kullanmayı öğrenirler. Robotlar kendileri bir isyan başlatırlar, insanoğlunun kalanını yok ederler ve dünyanın sahibi olurlar.

Bir kere daha bilimsel Faust yarattığı Mefistovari yaratık tarafından yok edilir.

1020’lerde bilimkurgu ilk kez popüler bir sanat formu oldu ve artık sadece Verne ve Wells gibi seyrek çıkan bir ustanın elindeki bir oyun değildi. Sadece bilmkurguya tahsis edilmiş dergiler ortaya çıktı ve “bilimkurgu yazarları” edebiyat sahnesinde kendilerini göstermeye başladılar.

Ve bilimkurgunun demirbaş konularından biri, genellikle ruhsuz veya duygusuz demir adamlar olarak resmedilen robotların icad edilmesiydi. Frankenstein ve Rossum’un ulaştıkları kaderlerinin ve iyi bilinen yaşanmış olayların etkisiyle bu konuda küçük değişikliklerle durmadan kendini tekrar görünmekteydi. –Robotlar yaratılır ve yaratıcılarını yok ederler; robotlar yaratılır ve yaratıcılarını yok ederler; robotlar yaratılır ve yaratıcılarını yok ederler-

1930’larda bilimkurgu okuru oldum ve kısa sürede binlerce kere anlatılmış bu kısır hikayeden bıktım. Bilimle ilgilenen bir insan olarak bilimin bu saf Faustvari yorumuna içerlemeye başladım.

Evet, bilginin kendi tehlikeleri vardı ama bunun karşılığında bilgiden vaz mı geçmeliydik? Daha sonra maymuna dönmeye ve yaptığımız hatalardan dolayı insanı insan yapan özü kaybetmeye mi hazırlanmalıydık? Veya bilginin kendini getirdiği tehlikelere karşı bir set olarak mı kullanmalıydık?

Bir diğer deyişle, gerçekten Faust’un Mefisto ile yüzleşmesi zorunludur ama Faust’un yenilmesi zorunlu değildir.

Bıçaklar sapları ile imal edilir ve bunun için güvenli olarak tutabiliriz, merdivenlerin trabzanları vardır, elektrik kabloları kaplanır, düdüklü tencerelerine buhar için güvenlik çıkışı yapılır- insan eliyle yapılan herşeyde düşünce tehlikeyi en aza indirmekdir. Bazen insan zekasının doğası veya tabiatın ortaya çıkardığı sınırlamalar sebebiyle elde edilen güvenlik yetersizdir. Bununla beraber, bu çaba ortadadır.

Bir robotu da temelinde bir diğer insan yapımı alet olduğunu düşünün. Bu, Tanrı’nın özel alanına karşı, başka bir insan yapımı aletten daha fazla (veya daha az) bir ihlale yolaçmaz. Bir makine olarak robot şüphesiz mümkün olduğunca güvenilir şekilde tasarlanacaktır. Eğer robotlar insanların düşünme süreçlerini taklit edecek kadar gelişirtirilirlerse, kesinlikle bu düşünme sürecinin doğası insan mühendisler tasarlanacak ve içine güvenlik önlemleri eklenecektir. Bu güvenlik mükemmel olmayabilir (ne mükemmel ki?) ama insanların elinden geldiği kadar tam olacaktır.

Bütün bunlar aklımdayken 1940’larda kendi robot hikayelerimi, ama yeni bir türde, yazmaya başladım. Benim robotlarım asla, amaçsızca sadece Faust’un suçunu ve cezasını, (sıkıcı) bir kez daha, göstemek için kendi yaratıcılarına karşı dönmediler.

Benim robotlarım, imansızlar tarafından yaratılan insan benzerleri değil mühendisler tarafından tasarlanan makinelerdi. Benim robotlarım, “beyin”lerine üretimi sırasında konan mantık yollarına göre hareket ediyordu.

Ancak, kabul etmeliyim ki seyrek de olsa ilk denemelerimde robotları bir eğlence figüründen daha fazlası olarak gördüm. Onu sadece yapması için tasarımlandığı görevi yapmaya çalışan tamamen zararsız bir yaratık olarak resmettim. İnsanlara zarar verebilme imkanları yoktu ancak bu zavallı makinelerin ölümcül derecede tehlikeli olduğu fikrinde ısrar eden, (buna bazı hikayelerimde verdiğim isimle) “Frankenstein kompleksi” taşıyan insanlar tarafından kurban ediliyorlardı.

Bunun bir örneği 1942’de Amazing Stories’de ilk kez yayınlanan “Robot Al-76 Goes Astray”dır (Yolunu Şaşıran Robot Al-76).

* Bilimin I. Dünya Savaşı’ndaki Faustvari rolü, II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasında oynadığı role göre neredeyse yok sayılacak kadar küçüktü. Hidrojen bombası ve biolojik savaşa göre zehirli gaz sadece küçük bir rahatsızlıktı.

Bu metin İsaac Asimov’un “Rest Of the Robots” isimli hikaye kitabına (Pyramids Books-1964) yazdığı önsözdür.

Çev:White

Lazy Men - Tembeller

Hazır Heinlein demişken:

Progress isn't made by early risers. It's made by lazy men trying to find easier ways to do something.

"Gelişme" öncüler tarafından gerçekleştirilmez. O bazı tembel adamların, bazı şeyleri kolay halletmeye çalışmaları sırasında olur.



Robert Heinlein,
Time Enough For LoveUS science fiction author (1907 - 1988)

Sunday, July 24, 2005

Zamanda Yolculuk ve Heinlein

İsmet Berkan Radikal'deki köşesinde zamanda yolculuk fikri üzerine kısa bir yazı yazdı. Yazıda bir de bilimkurgu öyküsüne değiniliyor. Öykü Robert A. Heinlein'ın All You Zombies adlı öyküsü. Öykünün kısa bir özetini İsmet Berkan'dan aktaralım:

"Bir adam bara gelir ve barmenle sohbet etmeye başlar ve kendisini 'Evlenmemiş anne' olarak tanımlar. Barmen meraklanınca anlatır... Kendisi bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve doğumdan hemen sonra bir yetimhanenin önüne bırakılmıştır. O yüzden genç bir kızken kendi kendine söz vermiştir, 'Bir gün bir çocuğum olursa asla onu terk etmeyeceğim' diye. Ama bir gün karşısına bir adam çıkmış ve onu kandırmıştır, adamla beraber olmuş ve hamile kalmıştır ve bu arada adam da ortadan kaybolmuştur. Doğum çok ama çok zorlu geçmiş, sonunda bir kızı olmuştur. Doğumu gerçekleştiren doktorlar, başta rahmi ve yumurtalıkları olmak üzere bütün üreme organlarını aşırı tahribattan ötürü almak zorunda kalmış ve bu arada onun vücudunun içinde erkek organları da taşıdığını görmüş ve onu bir erkeğe çevirmişlerdir. O hastanede iyileşmeyi beklerken bebeği hastaneden çalınmıştır... O gün bugün sokaklarda sarhoş biçimde dolaşmaktadır... Öykü barmeni çok etkiler. Zaten barmen öyle sıradan bir barmen değildir, bir nevi zamanda yolculuk ajanıdır. Bizim adama, 'Gel seninle geçmişe gidelim ve sen seni kandırıp sonra terk eden o adamı bul' der. Adam kabul eder ve birlikte zaman makinesine biner, hamile kaldığı zamandan biraz öncesine giderler. Barmen adamı orada bırakıp 9 aydan biraz fazla ileriye gider ve hastanede doğmuş olan kız çocuğunu çalar, sonra o bebeği 18 yıl önceye götürüp bir yetimhanenin önüne bırakır. Sonra 18 yıl ileri gider ve adama geri döner. Adam o sırada bir genç kızla birlikte olmuştur. Adamı alır ve bugüne geri getirir. Aslında adam, kendi kendisinin hem annesi, hem babasıdır. Ve biraz sonra anlarız, barmen de adamın biraz daha yaşlanmış halidir sadece. Öykünün sonunda barmen, vücudundaki sezaryen izine bakar ve 'Ben nereden geldiğimi biliyorum ama peki ya siz Zombiler, siz nerden geliyorsunuz' der."

heinleinsociety.org'ta yazarın 1959 yılında yazdığı bu öykü ile ilgili kısa bir yazı daha var. Bilimkurgunun bu büyük ustasının zamanda yolculuk fikrini adeta mıncıkladığı bu öyküsüne ait bir zaman grafiği ise şöyle çizilmiş:

(resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)

İzleyenler hatırlar; Geleceğe Dönüş (Back to the Future) film üçlemesinin ikincinsinde Dr.Emmet Brown da bu tablonun çok daha basit bir halini Marty McFly'a izah ediyor, ama paradoksal halden bizleri kurtaramıyordu. Isaac Asimov'un "Me, Myself and I" adlı öyküsü ve muhteşem romanı "End of Eternity"yi de zaman yolculuk fikrini "bitirmiş" bilimkurgu eserleri olarak hatırlatmakta fayda var. Zamanda yolculuk fikrine ait sözkonusu çağdaş bilimkurgu öykülerini hatırlatan bir "kıssa" da Kur'an'da var. Musa peygamber ve peygamber değil "nebi" olarak vasıflandırılmış Hızır AS'ın birlikte çıktıkları bir yolculukta Hızır'ın, Asimov'un End of Eternity'sindeki bir "teknisyen" gibi davrandığını görüyoruz. Bilemiyoruz Asimov, ünlü aktör Richard Burton kadar sık olmasa da Kur'an okumuş mudur yada göz atmış mıdır...

Blade Runner


Philip K. Dick'in "Do Androids Dream Of Electric Sheep?" adlı romanından uyarlanan, yönetmenliğini Gladiator ile oscarları toparlamış olan Ridley Scott'ın yaptığı, başrollerini
Rick Deckard rolünde Harrison Ford
Roy Batty rolünde Rutger Hauer
Rachael rolünde Sean Young
Gaff rolünde Edward James Olmos
Bryant rolünde M. Emmet Walsh
Pris rolünde Daryl Hannah
nın paylaştığı, müziklerini Evangelos Papathanassiou'nun (nam-ı diğer Vangelis) yaptığı, "visual futurist" sıfatıyla karanlık, zaman zaman gotik, pis yağmurlu atmosferini Syd Mead'ın kurduğu; bilimkurgu ve sinema deyince oluşturulacak listenin en üst sıralarında kendine tartışmasız bir yer edinecek bir sinema filmi Blade Runner. Yapım yılı 1982.

İçerdiği alt metindeki "varoluş" tartışmasıyla, "hayat" kavramı üzerine robot-insan anolojisini çok iyi bir aksiyon-düşünce oranında harmanlayan, polisiye, felsefe, aşk üzerine söyleyecek sözleri olan bir sinema filmi... Varlık-yokluk ve "hayat" kavramı; temelde ontoloji adını verdiğimiz disiplini kurcalayan, bugünün dünyasının karmakarışıklığı içinde unutup gittiğimiz ama insan olarak hiç bir zaman kaçamayacağımız soruları... kesinlikle doğru soruları soran bir film: Blade Runner.

Ölüm üzerine daha naif, daha düşündürücü bir tartışma açmak her zaman mümkün olmaz. Blade Runner bunu başarıyor. Roy Batty ile özdeşleştiğiniz an, insan olarak kaçamadığınız sorularla yüzleşiveriyorsunuz. O güne kadarki kaçışlarınız etkisini yitiriyor. Roy'a "eğlen, hayatın tadını çıkar" öğüdü verildiğinde Roy'un yüzündeki ifade, sizin de "hayat" karşısında giymekten kaçamayacağınız bir giysi gibi... Bir yanda gerçek hayat (insan), bir yanda simulasyon hayat (robot). Ve simulasyon hayatı ve anlamını fazlasıyla ciddiye alan bir robot: "Yaşamak istiyorum"... Ölümsüzlük...

Yağmurda kayboluveren gözyaşları gibi "yaşam"...

Sunday, July 17, 2005

Bilimkurgu ve İmkanları


"The branch of fiction that deals with the possible effects of an altered technology or social system on mankind in an imagined future, an altered present, or an alternative past."

“(Bilimkurgu) hayal edilen gelecekte, değiştirilmiş şimdiki zamanda veya alternatif bir geçmişte değişen teknolojinin veya sosyal sitemin insanlık üzerine olası etkileri ile ilgilenen kurgu dalıdır.”
Barry M. Malzberg (1981)


Birçok insan hala bilimkurgunun işe yaramaz, değerlendirmeye değmez bir kaçış edebiyatı olduğunu düşünüyor. Doğru, bazı bilimkurgu eserleri sadece vakit geçirmek veya eğlendirmek için yazılmış olabilir ama hepsi değil. Özellikle bilimkurgunun kaşıç edebiyatı olduğunu söyleyenlere JRR Tolkien’in fantazi edebiyatı için kullandığı cevap verilebilir: Bir hapishanede dört duvar arasında yaşayan bir mahkumun kaçmayı düşünmesinin nesi kötüdür.Bununla beraber iyi bilimkurgu eserleri, okuyucusunu düşündürür, “eğer şöyle olursa veya olsa veya olsaydı” sorularının cevaplarını merak ettirir ve dünyamıza yeni bir bakış açısından bakmasını sağlar. Bu iyi bilimkurgu eserlerini zamanının en iyi edebiyatının içine sokar.


En iyi bilimkurgu eserlerinden bir kısmı toplumu uyarmak için yazılmıştır. Bunlar toplumda sağladıkları etkiyle sıklıkla normal edebiyat eserleri olarak sınıfına sokulurlar. 1984, Fahrenheit 451, A Clockwork Orange (Otomatik Portakal) ve Brave New World (Cesur Yeni Dünya) gibi romanlar hem bilimkurgu okurlarından hem de normal okurlardan aynı saygıyı görmüştür. Bu kitaplar geleceğin disütopik bir görüntüsünü ortaya koyarlar ve toplumu anlattıkları geleceğe karşı uyarmaya çalışırlar. Böyle disütopik bakış açısına sahip çok bilinmeyen başka bilimkurgu eserleri de vardır. Mesela, “Make room! Make room!” (Yer açın! Yer açın!) içinde 35 milyon aç insanın yaşadığı New York kentini anlatır. Amerikan toplumunun nüfusun fazla artmasına karşı gelişen korkusunu yansıtır. Bir diğer disütopik konu nükleeer kıyamettir. Canticle for Leibowitz’de Walter Miller nükleeer savaş sonrası gelişen toplumu tasvir etmiştir.

Yelpazenin diğer tarafında görüşlerinin ne kadar çekici olduğunu göstermek için ütopya kavramını kullanan yazarlar vardır. Edward Bellamy sosyalizmin ABD’de nasıl olacağını göstermek için (tabii, sosyalizm ABD’de düşman sayılmadan önce) Looking Backward’ı yazmıştır. Looking Backward’da geleceğe yolculuk eden yolcu, sınıf farklarını ortadan kaldıran 20. yüzyıl ABD’sının ne kadar mutlu olduğuna şahit olur (Yanlış tahmin!). Ütopyalar bilimkuguda bazı politik felsefeleri anlatmak için de kullanılmıştır. Robert Heinlien The Moon is a Harsh Mistress’de liberal bir toplumun nasıl işleyebileceğini göstermek istemiştir. Ursula K. Le Guin de anarşist bir ütopya yazmıştır. Henlein’in kapitalist ütopyası karşı, hiç kimsenin mülkiyet sahibi olmadığı bir anarşist toplum hakkında bir ütopya olan The Dispossessed’i (Mülksüzler) öne sürmüştür. “The Dispossessed” bir toplumun nasıl yürüyebileceği ve kusurlarını anlatmak için mükemmel bir örnektir.

Tabii ki, toplumla veya politik konularla ilgili bilimkurgu eserlerinin çoğu ne ütopya ne de disütopyadır. Sadece okurların içinde bulundukları toplum hakkında düşünmesini sağlamak için yazılmışlardır. Örneğin, Ursula K. Le Guin’in The Left Hand of Darkness toplum ve cinsiyeti konu alır. Neal Stevenson’un Zodiac, The Diamond Age ve Snow Crash romanları toplum hakkında bilimkurgunun bakış açısından çağdaş sorunları konu alır.

Bazen bir fikire saldırmanın en iyi yolu onunla karşı karşıya tartışmak değil onu insafsızca hicvetmek olmuştur. Bilimkurgunun anlatım için, sadece yazarın hayal gücüyle sınırlanabilen, neredeyse sınırsız olanak sağlaması sebebiyle, hiciv için mükemmel bir yoldur. Heinlein’in Farnham Freehold’u beyazların köle olduğu ve özgürlükleri için mücadele ettikleri bir geleceği anlatır. Anthony Burgress, Clockwise Orange’da suçlulara karşı uygulanan adaleti hicvederken kişisel özgürlüğü vurgular. Belki hicivlerin içinde en ünlüsü Gulliver’s Travels’dır. Şu anda bilimkurgu değil bir klasik gibi görünse de yazıldığında dünyanın tam keşfedilmemiş olduğu düşünüldüğünde o gün için bilimkurgudur.

Bilimkurgu moral değerlerin sınırlarını görmek için de kullanılmıştır. Orson Scott Card’ın eserleri çoğu kez tüm toplumun menfaatleri için bir kişinin kendini feda etmesinin gerekliliği üzerinedir. Örneğin, Ender’s Game’de insanlığın geleceği 6 yaşındaki bir çocuğun ellerindedir. Pastwatch: The Redemption of Christopher Columbus’da bir uygarlık kendinden sonra geleceklerin iyiliğini garanti altına almak için kendini yoleder. The Worthing Chronicle’da kendini feda etmeyi tekrar tekrar inceler ve sonunda kendini feda etmenin olmadığı bir insanlığın ilerlemisinin durup tıkanacağı sonucuna varır.

Sonuçta, bütün bu kitaplar bilimkurgunun sosyal ve politik konuları diğer edebiyat türleri için imkansız sayılabilecek yollarda ortaya koyabildiğini göstermektedir. Açıkça bilimkurgu sadece genç erkekler için yazılmış bir kaçış edebiyatı değildir. En azından bir kısmı önemli konularla uğraşan ve toplumu etkileyebilen ciddi bir edebiyattır.

Wednesday, June 29, 2005

Bilimkurgu Ve Emperyalizm



"Science fiction is that branch of literature which is concerned with the impact of scientific advance upon human beings." Bilimkurgu, bilimsel ilerlemenin insanoğlu üzerine etkisiyle ilgilenen edebiyat dalıdır. Isaac Asimov.

Bilimkurgu ve emperyalizm hakkında kısa bir yazı burada.

Tuesday, June 28, 2005

Dünyanın En Kısa Bilimkurgu Öyküsü



Profesör John, yıllardan beri zaman konusu üstünde çalışıyordu.
“Fakat sonunda çözümü buldum,” dedi kızına. “Makine bizi geçmişe götürecek.”
Makinedeki düğmeye bastı.
“Bununla zamanı geriye çalıştıracağız.”
“Çalıştıracağız geriye zamanı bununla.”
Bastı düğmeye makinedeki.
“Götürecek geçmişe bizi makine,” kızına dedi. “Buldum çözümü sonunda fakat.”
Çalışıyordu üstünde konusu zaman beri yıllardan John Profesör.
Fredric Brown

Saturday, June 25, 2005

Diğer Ülkelerde Bilimkurgu

Batı'da bilimkurgu ödüllerini kazananlar arasında sadece İngilizce yazan ülkelerden yazarlar mevcut. Bu diğer ülkelerde bilimkurgu edebiyatı olmadığını veya bilimkurgunun İngilizce yazanlara özgü bir edebiyat olduğunu göstermiyor. Oskar ödüllerinin Holywood dışında sinema olmadığını göstermediği gibi.. Bu biraz 1987 öncesi demir perde politikasının sonucu.. Aslında Stanislaw Lem Batı'da en iyi tanınan bilimkurgu yazarı çünkü kendi eserlerini İngiliz dili eğitimi sayesinde İngilizce yazma veya çevirme şansına sahip.. Diğer doğu bloku kökenli yazarlar çoğunlukla İngilizce'ye çevrilme şansına bile kavuşamamışlar . Halbuki Doğu bloku ülkelerinde çok canlı bir bilimkurgu edebiyatı mevcut. Rusya'nın İngilizce yazılan ülkelerden sonra en çok bilimkurgu (edebiyat ve sinema) üreten ülke olduğu biliniyor. Hatta Macaristan ve eski Çekoslavakya en çok bilimkurgu yazarına sahip ülkeler olmuş. Eski doğu bloku ülkelerinde üretilen bilimkurgu halen keşfedilmeyi bekliyor. Şu siteler belki bu ülkelerdeki bilimkurgu fikir verebilir: Russian SF&F, SF Countries.
Dostoyevski'nin ülkesinden iyi bilimkurgu çıkmaması garip olurdu bence.. Bu ülkelerden bilimkurgunun Türkçe'ye çevrilmesi İngilizce üzerinden olduğu için değerinden epey kaybediyor olmalı. Zaten bildiğim kadarıyla Arkadi ve Boris Strugatski kardeşler dışında örneği de yok. Diğer ülkelerde de mesela Fransa ve İtalya'da bilimkurgu yazılıyor ama tanınma şansına ulaşan veya Türkçe'ye ulaşabilen yine bildiğim kadarıyla yok.
Türkiye'de bu ülkelerden bilimkurgu Türkçe'ye ulaşmadıkça veya Türkçe bilim kurgu gelişmedikçe İngilizce yazılan ülkelerden çevrilen bilimkurgunun alternatifi yok. Ancak diğer ülkelerden değişik bilimkurgu örnekleri okumak güzel olurdu..

Friday, June 24, 2005

Bilimkurgu ödülleri

Türkiye Bilişim Derneği bilimkurgu hikayeleri için bir yarışma açmış. Bu ödül Türkiye’de bilimkurgunun için güzel bir gelişme olabilir.. Belki bir teşvik ama sürekli olması güzel olur.

Sinema için Oscar ödülleri takip edilen ve hatta sinema severler için izlenmesi gereken bir olay.. Bilimkurgu edebiyatı için de dört büyük ödül var: Hugo, Nebula, John W. Campbell ve Arthur C. Clarke ödülleri. Hugo ve Nebula ödülleri birçok kategoride verilirken son iki ödül romanlar için.

Hugo ödülleri 1953’den bu yana World Science Fiction Society (WSFC) tarafından yılllık toplantılarına katılan okurların oylarıyla veriliyor. Bu ödül kazanan kitabın edebi değeri kadar yazarı ve popülerliği ile ilişkili olarak veriliyor. Kazanan kitaplar ve yazarlar size tanıdık gelecek. Özellikle eskilerin büyük kısmı, bilmkurgunun büyük isimleri, Türkçe’ye çevrildi ancak yenilerin çoğunu bilmiyoruz. Aşağıda roman ödüllerini kazananların listesini ekledim.

2004 Paladin of Souls - Lois McMaster Bujold
2003 Hominids - Robert Sawyer
2002 American Gods- GodsNeil Gaiman
2001 Harry Potter and the Goblet of Fire - J. K. Rowling
2000 A Deepness of the Sky - Vernor Vinge
1999 To Say Nothing of the Dog - Connie Willis
1998 Forever Peace - Joe Haldeman
1997 Blue Mars - Kim Stanley Robinson
1996 The Diamond Age - Neal Stephenson
1995 Mirror Dance - Lois McMaster Bujold
1994 Green Mars - Kim Stanley Robinson
1993 A Fire Upon the Deep - Vernor Vinge
1993 Doomsday Book - Connie Willis
1992 Barrayar - Lois McMaster Bujold
1991 The Vor Game - Lois McMaster Bujold
1990 Hyperion - Dan Simmons
1989 Cyteen - C.J. Cherryh
1988 The Uplift War- David Brin
1987 Speaker For the Dead - Orson Scott Card
1986 Ender's Game - Orson Scott Card
1985 Neuromancer - William Gibson
1984 Startide Rising - David Brin
1983 Foundation's Edge - Isaac Asimov
1982 Downbelow Station - C.J. Cherryh
1981 The Snow Queen - Joan D. Vinge
1980 The Fountains of Paradise - Arthur C. Clarke
1979 Dreamsnake - Vonda McIntyre
1978 Gateway - Frederik Pohl
1977 Where Late the Sweet Birds Sang - Kate Wilhelm
1976 The Forever War - Joe Haldeman
1975 The Dispossessed - Ursula K. Le Guin
1974 Rendezvous with Rama - Arthur C. Clarke
1973 The Gods Themselves - Isaac Asimov
1972 To Your Scattered Bodies Go - Philip Jose Farmer
1971 Ringworld - Larry Niven
1970 The Left Hand of Darkness - Ursula K. Le Guin
1969 Stand on Zanzibar - John Brunner
1968 Lorf of Light - Roger Zelazny
1967 The Moon is a Harsh Mistress - Robert A. Heinlein
1966 This Immortal - Roger Zelazny
1966 Dune - Frank Herbert
1965 The Wanderer - Fritz Leiber
1964 Way Station - Clifford Simak
1963 The Man in the High Castle - Philip K. Dick
1962 Stranger in a Strange Land - Robert A. Heinlein
1961 A Canticle for Leibowitz - Walter M. Miller, Jr.
1960 Starship Troopers - Robert A. Heinlein
1959 A Case of Conscience - James Blish
1958 The Big Time - Fritz Leiber
1956 Double Star - Robert A. Heinlein
1955 They'd Rather be Right - Mark Clifton and Frank Riley
1953 The Demolished Man - Alfred Bester

Nebula ödülleri ise Science Fiction and Fantasy Writers of America (SFWA) tarafından 1965’den bu yana veriliyor. Ödüller daha çok kitabın popularitesinden çok edebi değeri yönden değeriyle ilişkili veriliyor. Aşağıda kazanan kitapları ve yazarları görebilirsiniz. Birçoğunun Hugo ödülleri ile aynı olduğunu farkedeceksiniz.

2004 Paladin of Soul - Lois McMaster Bujold
2003 Speed of Dark - Elizabeth Moon
2002 American Gods - Neil Gaiman
2001 Quantum Roses - Catherine Asaro
2000 Darwin's Radios - Greg Bear
1999 Parable of the Talents - Octavia Butler
1998 Forever Peace - Joe Haldeman
1997 Moon and the Sun - Vonda N. McIntyre

1996 Slow River - Nicola Griffith
1995 Hobson's Choice(also known as Terminal Experiment) - Robert J Sawyer
1994 Moving Mars - Greg Bear
1993 Red Mars - Kim Stanley Robinson
1992 Doomsday Book - Connie Willis
1991 Stations of the Tide - Michael Swanwick
1990 Tehanu: The Last Book of Earthsea - Ursula K. Le Guin
1989 Healer's War - Elizabeth Ann Scarborough
1988 Falling Free - Lois McMaster Bujold
1987 Falling Woman - Pat Murphy
1986 Speaker For The Dead - Orson Scott Card
1985 Ender's Game - Orson Scott Card
1984 Neuromancer - William Gibson
1983 Startide Rising - David Brin
1982 No Enemy But Time - Michael Bishop
1981 Claw of the Conciliator - Gene Wolfe
1980 Timescape - Gregory Benford
1979 Fountains of Paradise - Arthur C. Clarke
1978 Dreamsnake - Vonda N. McIntyre
1977 Gateway - Frederik Pohl
1976 Man Plus - Frederik Pohl
1975 Forever War - Joe Haldeman
1974 Dispossessed - Ursula K. Le Guin
1973 Rendezvous With Rama - Arthur C. Clarke
1972 The Gods Themselves - Isaac Asimov
1971 Time of Changes - Robert Silverberg
1970 Ringworld - Larry Niven
1969 Left Hand Of Darkness - Ursula K. Le Guin
1968 Rite of Passage - Alexei Panshin
1967 Einstein Intersection - Samuel R. Delany
1966 Babel-17 - Samuel R. Delany
1966 Flowers for Algernon - Daniel Keyes
1965 Dune - Frank Herbert

Diğer iki ödülden
Arthur C. Clarke ödülleri birönceki yıl İngiltere’de yayınlanan en iyi bilimkurgu romanına Clarke’ın kurduğu bir vakıf, BSFA ve International Science Policy Foundation tarafından seçilerek veriliyor. John W. Campbell ödülleri ise en iyi yeni bilimkurgu yazarlarına Hugo ödülleri ile beraber veriliyor.

Bu ödülleri kazanan kitaplar ve yazarlar bilimkurgu okuru için bir okuma listesi gibi.. Birçoğunun Türkçe'ye çevrildiğini farkedeceksiniz ancak hepsinin Türkçe’ye çevrilmemiş olması cansıkıcı..

Sonuçta iyi bilimkurgu iyi edebiyattır
.

TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması Başlıyor

Katılım şartları ve ödülleri TBD'nin sitesinde bulabilirsiniz. Yarışmaya son katılım tarihi ise 02 Eylül 2005. Yarışmaya öykülerinizi postayla gönderebileceğiniz gibi e-posta ile de gönderebilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Wednesday, June 22, 2005

Yetkili (bilimkurgu öyküsü)

- Buradalar.

Dedi, nasıl devam ettiğini sadece o ikisi bilebildi ama devam etti:

- Çok uzun zaman geçmemiş, ama yeteri kadar değişiklik yapmışlar.

Jüpiter’in dışında, büyük gazdan küreyi belirgin bir hilal şeklinde görecek kadar yakında büyük bir karaltı halinde sessizce bekliyordu. Dünyadan hiçbir radyo teleskoba görünmüyordu.

- 1960’lı yıllarda bir komedi filmi çekmeyi başarabilmiş sadece.
- Büyük bir başarısızlık, diye hayıflandı öteki.

İki yaratık kendilerince konuşuyorlardı ama homurtuydu duyulan sadece.

- Çok sayıda insana ulaştık mı?
- Yeterince...
- Uyanışa ne kadar zamanda hazır olacaklar?
- Savaşa engel olmak için şu an bütün bütün bir yenilgi senaryosu yazdık insanoğlu için. “Görüntüde” sadece tabii.
- Bir önceki başarısızlığı düşünecek olursak ben yine de hayalci olmayalım diyorum.
- İçlerinden yetkili birini seçtik, herşeyi anlatacağız. Diğer haberdar olanlar da yetkilinin sözlerini dinleyecek.
- Bizim geleceğimizi biliyorlar. Mesih beklentisiyle alay ediyorlar. Biyolojik evrim karşıtı olanlar neredeyse afaroz ediliyor.
- Bunlar önemsiz şeyler. Detaylar sadece. Asıl tahribat korkunç. Bütün kitle iletişim araçlarını işgal etmişler. Bu küçücük mavi gezegendeki tahribat benim galakside gördüklerim içinde en korkuncu.

Birkaç yüz milyon kilometre ötede, dört tipte “insan” vardı. Sadece bir adet “Yetkili”, sayıları yüzü bulmayan “Haberdar Olan”, sayıları milyarlarca olan köleler ve “Onlar”. “Onlar” da kendilerine insan diyordu ama değildiler.

Bir önceki başarısızlık gerçekten büyük olmuştu. Bütün gezegen gülmüştü. “Yetkili” seçilmişti. “Yetkili” çalışmıştı. Bütün mesajları verdi, dünya çapında gösterilen bir film çekilmesini sağlamıştı, ama bütün insanlık anlatılanları ironi zannetmişti. Çok sevilen bir komedi filmi oldu ama etkisi nedense çok kısa sürdü, hemen unutuldu. Yapımcılar filmin adını da değiştirmeye zorlanmışlardı. Çok zekice planlarla, abartarak, tehdit ederek, gizlice...

“How to murder your wife – Karınızı nasıl öldürürsünüz”

Eski “Yetkili” çok kısa bir süre önce acılar içinde ölmüştü. Yeni bir yetkili seçilmişti. Bambaşka ve daha güçlü biri.

- Son yıllarda iş iyice çığrından çıktı. Dedi. Bütün gezegende herşey onlar için. Artık alenen savaş ilan etmekten hiç çekinmiyorlar. Bütün dillerde yaptıkları yayınlarla, kendilerini zavallı olarak gösteren sözler kullanarak acındırıyorlar.
Bilgiççe homurdandı. Dev teleskopla mavi gezegene bakmaya devam ederek dertli dertli iç geçirdi:

- Aldebaran 3 teki manzarayı hatırlıyor musun? Uyanış’tan sonra gerçek yüzleri ortaya çıkmıştı... Korkunçtu... Bütün gezegen “Asalak”lardan kurtulmak için ne yapacağını bilemez halde çılgına dönmüştü. Köle ettikleri tarafından köle edileceklerini anladıklarında sakinleşmiş ve kabullenmişlerdi.

“Asalak” dediği anda hep yaptığı ve yapmaya mecbur olduğu vücut hareketlerini tekrar etti. “Onları” andığında yapılması mecbur olan hareketleri.

- Mantıklı olmadıklarını biliyorlar. Lider olmadıklarını biliyorlar. İtaat etmeleri gerektiğini biliyorlar. Ama yine de kendilerine hakim olamıyorlar. Pişman olmuyorlar. Efendilerini değiştiriyorlar, değiştirmek için bütün güçleriyle çabalıyorlar, değişim gerçekleştikten sonra yine mutlu olmuyorlar efendilerini değiştiği için aşağılıyorlar.
- Bu mavi gezegende çok sinsice başka bir yol bulmuşlar gözden kaçırıyorsunuz... Biyolojik olarak bağımlı kılmışlar. Ve gen haritalarını değiştiriyorlar. Çok sabırlılar. Sabırla sıralarının gelmesini bekliyorlar. Hem biyolojik hem de duygusal mecburiyet rolünü üstleniyorlar. Zavallı köleler, en güzel sanat eserlerini ortaya koyuyor, şaheserler inşa ediyorlar. Tac Mahal'i hatırlıyorsun değil mi? Gezegendeki herkesi kendilerine benzetecekler. Artık çok az kişi sakal bırakıyor. Artık bıyık bırakanlar kendilerine iş bulamıyor, açlık ve sefalet tehlikesi altında kalıyor. Gezegendeki başka türlerin derilerini yüzüyorlar, daha güzel görünmek için.
- Kendi silahlarıyla vuruldukları da oluyor.
- Nasıl?
- Yavruları en büyük zaafları. Ama intikamlarını almakta gecikmiyorlar. Yavruları yetişkin birey olduğunda “Asalak” olanlarla işbirliği yaparak diğer eşeyi yok ediyorlar. Hem de için için... Çok sıkı bir takım oluyorlar.
- Bence en büyük zaafları bu değil.
- Nedir?
- Kendi bireyleri arasında milyonlarca yıldır değişmeyen, galaksinin her köşesini harabeye çeviren bitip tükenmek bilmeyen savaş...
- Ama burada böyle bir savaş yok?
- Çünkü buradaki köleleri paylaşmak şu an onlar için sorun değil... Kölelerin sayısı azaldığında tekrar görmek ister misin burayı?
- Sayıları azalıyor zaten... O yüzden buradayız... İşimize bakalım...
- Yetkili geldi mi?
- Evet içeride... Türkiye’den geldi...

“Yetkili” yanlarına geldiğinde homurtular değişti insan sesine benzemeye başladı. “Yetkili” konuştu, nefes bile almadan, ara vermeden konuştu...

- Birbirleriyle kavga eden köleleri gördükçe üzülüyorum. Televizyonda her gün üremeyle ilgili yayınlar yapıyorlar. Büyük işyerleri başta olmak üzere artık sadece onlar işe alınıyor. İşsiz, aç, erken yaşlarda ölen kölelerin sayısı artıyor. Bütün bakterilere, virüslere, kansere karşı kölelerin direnci kalmadı. Kendi üreme ritüellerini bütün gezegene gayet doğalmışcasına yaydılar. Onlar için fabrikalarda zavallı köleler tarafından açlık pahasına üretilen ürünler gezegen çapında pazarlanıyor artık. Son elli yılda pazarlama bilimini keşfettiler. Reklamcılığı keşfettiler. Kendilerini pazarlıyorlar. Onlar gibi olmak artık dünyadaki en makbul şey. Görüntünüz bile onlara benzemeli. Yoksa sizi bağladıkları biyolojik silahlarını sizden uzak tutuyorlar. Korkunç... Geçen gün TV’de gördüm... Bir “Asalak” kölesinin yüzünde çıkan tüylere dokunuyor ve iğreniyordu. İğreniyordu! Zavallı köleler... Günde neredeyse yirmi saat çalışan köleler biliyorum... Sadece “Asalakları” mutlu etmek isteyen köleler... Asla mutlu olmayan “Asalaklar”.
- Seni çok iyi anlıyoruz sayın “Yetkili”. Ama inanın ki bütün galakside çok daha korkunç manzaralar gördük. “Asalaklar” böyledir. Sadece yoketmeyi bilirler. Sadece tüketirler. Hayatı ürettikleri bir yalandır. Onlar gelmeden evvel siz yine üretebiliyordunuz... Onlara ihtiyacınız yok, ama şu an için bunu unuttunuz. Ama az kaldı... Senin çabalarınla “Uyanış” gerçekleşecek.
- Bu ağır bir sorumluluk. Yüzbinlerce yıllık direnişimiz ülkemde hala devam ediyor ama artık bizim de direncimiz kırıldı.
- Artık git... Ve “Uyanış”ı başlat.


Kağıtları masanın üzerine bıraktı. Sakinleştiricinin etkisiyle en az beş saat daha uyuyacak olan adama baktı. Çok tipik bir vaka idi. En ufak bir orijinallik yoktu. Bilimsel bir makaleye konu edilecek bir hali yoktu. Rodin’in düşünen adam heykelinin yanından geçip yemekhaneye giderken aklından işte bunlar geçiyordu. Doçent olabilmesi için ona çok daha orijinal birşeyler lazımdı.

Monday, June 20, 2005

Dune

J.R.R Tolkien’in fantazi edebiyatının (ki bilim kurgu ile birçok ortak noktası vardır ancak bilimkurgu okurlarını ‘olabilecek hayaller’ evreninde dolaştırırken fantazi ‘keşke olsaydı’ evreninde okurlarını bağlar) doruğu olan ‘Yüzüklerin Efendisi’ ile ortaya koyduğu meydan okumaya bilimkurgu edebiyatının cavabı belki de Frank Herbert’in Dune kitabıdır. Dune’un evreni de kısmen fantazi edebiyatın evrenine benzer, dükler, baronlar, imparator, cadılara karşılık gelebilecek Bene Gesserit’ler, büyücü Merlin’e benzer mentatlar, kılıç ustaları...

Dune’un dilinde belki ingiliz dili edebiyatı profesörü olan J.R.R Tolkien’in edebi güzelliği yoktur ancak Dune’da Yüzüklerin Efendisi’inde olmayan birşey vardır. Romanın candamarı olan bu gezegen, Dune için bir ekoloji oluşturmuştur. Herbert’in şu ana kadar bildiğimiz insanlığın kültür birikimini ve dinlerini geleceğe, sanki zamanın değişimini yükleyerek taşımıştır. Politika, entrikalar bize şu anda yaşanan dünyanın yansıması gibi görünür. Yüzüklerin Efendisi’ndeki siyah beyaz iyi kötü ayrımı, çocuksu fedakarlık ve arkadaşlık burada yoktur.Burada insanlık gelecekteki hali böyle olabilir mi sorusunu çok rahat düşündürür.




Çöken ve yozlaşan bir imparatorluğun büyük güçlerine ve diğer büyük güç odaklarına karşı haksızlığa uğramış, ailesi hileyle yokedilmiş ama olağanüstü yetenekleri olan (sanki Nietzsche’nin Übermensch’i) soylu bir gencin (Paul Aetrides), bir çöl gezegeninde zorluklarla bilenmiş, haksızlığa uğrayan ve küçük görülen ve büyük hayalleri olan (gezegenlerini bir su gezegenine çevirmek) bir halka (Fremenler) liderlik ederek imparatorluğu elegeçirmesi... Hikaye bu... Bize oldukça tanıdık geliyor, sanki tarihten bir sahne.. Frank Herbert İslam’ın yayılmasını düşünmüş olmalı.. Fremenler kitaptaki dilleri, adetleri hatta dinleri (Zen sünni) ile Araplar’a (örnekler için, çeviride bir kısmı İngilizce söyleniş şekilleriyle bırakıldığı için bazıları anlaşılamıyor ), Paul Atreides’ın Kwisatz Haderach (beklenen mesih) olması ile peygambere, karşılarındaki imparatorluk entrikaları ve güçleri ile Bizans’a benziyor. (Ama tarih bilimkurguda bile olsa tekerrürden ibaret değil midir?)

Dune, Yüzüklerin Efendisi’nden farklı olarak kalbimizden çok beynimize hitab ediyor. Belki Dune gibi bir gelecek bekliyor insanlığı...

Batman Begins

Batman Begins Batman Begins:

Christopher Nolan, Christian Bale ve Michael Caine'li Batman Begins bana göre Batman filmlerinin en iyisi. Bruce Wayne'in Batman'e dönüşümünü izlediğimiz kronolojik olarak ilk Batman filmi olan bu film oldukça uzun bir film olmuş. Tam 141 dakika. Ama bence iyi de olmuş. Yönetmen Christopher Nolan'ı Memento filminden tanıyor ve takdir ediyorken "acaba Batman filmi box office yapmalı" diyecek yapımcılar ne derecede filmi Nolan'ın filmi olmasından alıkoyacaklar diye de merak içindeydik. Nolan yapımcıları memnun etmenin yolunu bulmuş ve diğer taraftan da zekice yazılmış bir senaryoyu derli toplu anlatmış. Hem Bruce Wayne'in dönüşümü hem de Gotham City'nin dönüşümü çok güzel oturmuş. Oyuncu kadrosu müthiş. Michael Caine ilerlemiş yaşına rağmen çok iyi. Gary Oldman'ın tiplemesi mükemmel. Hiç abartmadan harika bir karakter çizmiş. Filmdeki aksiyon sahneleri, özellikle Liam Neeson'lu kavga sahneleri ise filmdeki genel başarı çizgisinin çok altında. Oyuncuların "martial arts" konusuna vukufiyet noksanlığını çok kısa ve hareketli yakın planlarla "yutturmaya" çalışan Nolan, Tim Burton'ın gotik atmosferini tedrici olarak oluşturmuş. Gotham City'nin güneş altındaki halinin nasıl olduğunu merak eden Batmanseverler meraklarını bol bol giderecekler. Film bu haliyle bir diğer çizgiroman uyarlaması Spiderman'den kat kat üstün.

Saturday, June 18, 2005

Neden Bilimkurgu?


Posted by Hello

Neden Bilimkurgu?

Don Quijote Türkiye'de Asimov romanlarının macerasını (biraz eksik olsa da) anlatmış. Önerdiği okuma sırasına katılsam da (Türkiyede'ki hemen hemen hiçbir Asimov okuru bu sıraya uyamamıştır) Asimov okumaya başlamak nerden başlanırsa başlansın bilimkurgu evrenine açılmak için doğru rotadır.Ve tekrar Asimov romanlarının basılması harika..

Önemli olan neden bilimkurgu? Neden bilimkurgu iyi edebiyat? Bilimkurgu bize nereye götürüyor? Bilimkurgu sadece uzayda geçen kovboy maceraları olmadığını farketmek için geç değil.. Bilimkurgu diğer kurgu romanların zaman, mekan, olabilirlik kurallarına uymak zorunda değil..İnsan hayalinin en geniş sınırlara ulaşabildiği edebiyat bilimkurgudur. Bilimkurgu ile sadece teknolojinin gideceği yer değil insan psikolojisinin, sosyal yapısının, felsefenin hatta cinselliğinin sınırları zorlanabilir. Ursula Leguin gibi anarşist dünya hayalinizi varolabilecek bir dünyaya kurabilir (Mülksüzler- Dostoyevski'nin Ecinniler'ine anarşist dünya görüşü için bir cevap sayılabilir ve benim için Ecinniler kadar iyi bir edebiyattır). Yine Ursula Leguin gibi insanların tek cinsiyetli olup belli dönemlerde erkek veya kadın oldukları bir dünyada erkek roman kahramanının (Karanlığın Sol Eli) psikolojik durumunu izleyebilirsiniz. Asimov gibi insanlığın geleceğine dair muhteşem bir evren oluşturabilirsiniz. Solaris'te Stanislaw Lem'in yaptığı gibi eğer insanoğlu insan olmayan bir varlıkla nasıl iletişim kurabilir gibi bir felsefi soruya cevap arayabilirsiniz. Ve sonunda bilimkurgu sizi düşündürür, diğer hiçbir edebiyat türünün sağlamadığı kadar geniş ve özgür düşünebilirsiniz. Kendiniz, insanlar ve gelecek hakkında...

Sonuçta nasıl okunursa okunsun bilimkurgu okumak ayrıcalıktır.

Friday, June 17, 2005

Asimov Romanları Hangi Sırayla Okunmalı?

Asimov Romanları Hangi Sırayla Okunmalı:
Bu soru o kadar da önemli mi? Evet, hem de nasıl tahmin edemezsiniz. Bu; "okumakta olduğunuz yazıda önereceğim sırada okumazsanız kaybedeceklerinizi asla bilemezsiniz" anlamına geliyor. Asimov romanlarını uygun sırada ve ana dillerinde satın alabilme şansına sahip ülkelerdeki Asimov okurlarının önemli bir çoğunluğunun ittifak ettiği bir sırayı önereceğim. Bu yazı ve doğru bir sıralama Asimov'u daha iyi anlayabilmek için kilit bir öneme sahip çünkü ülkemizde Asimov romanlarının başına gelenler çiğ yada pişmiş hiçbir tavuğun başına gelmemiştir. Önce kısaca buna değinelim:


Bildiğim kadarıyla Asimov romanlarından biri, (Çelik Mağaralar) ilk önce Baskan Yayınlarının küçük cep kitabı boyutlarında bir baskısıyla dilimize kazandırıldı. Kitabın hacmi ne derece özenli bir tercüme ve baskı olduğu konusunda yoruma yer bırakmıyor. Sonra ardından Altın Kitaplar sade ama garip bir tercümeyle önce Vakıf Serisi'ni bastı. Sonra Robot Serisi aynı yayınevinden basıldı. Bu yayınevinin tercümesi "Sıfırıncı Yasa"yı, "Zeroth Yasası" olarak çevirmişti. (İngilizce Zero=Sıfır, -th=ncı, örn. 5th element=5inci element) Robot Serisi ya tamamlanmıştı yada henüz tamamlanmamıştı İnkılap Yayınevi berbat bir tercümeyle "Vakıf ve Dünya"yı bastı. Robot Serisi'ni ve sonrasından Vakıf Çağı'na tekrar döndüğümüz iki romanı okumadan, bu kitabı okumak Türk okuru için bir facia olacaktı. Daha sonra Altın Kitaplar sebebi meçhul bir şekilde bu kitapların 2., 3. baskılarını yapmadı. Sahaflar fahiş fiyatlarla az sayıdaki kitabı okurlarına satmaya başladıar. Ben ve Mycogen'in diğer editörü sevgili White'la birlikte, okumadığımız - satın alamadığımız 2 kitabı sabahın ilk saatlerinde kapandığımız Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde okuma şansına kavuşabilmiştik. O günlerden sonra bütün kitapları özenli bir şekilde ve doğru sırayla basacak bir yayınevinin çıkmasını bekledik durduk. Sevgili White'ın İthaki Yayınları'nın yetkilileriyle arası iyidir, O da görüştükçe Asimovlardan konu açıyordu. İthaki, Asimov'un ülkemizdeki telif sorunlarıyla uzunca bir süre boğuştuktan sonra, İthaki'nin bu kitapları basacağını Bildirgeç'teki bir yazımda ilk kez ben duyurmuştum. Heyecanla beklemeye başladık. Herşeyin güzel olacağından emindik. Çünkü İthaki bilimkurguyu ülkemize sevdiren önemli yayınevlerinden biriydi. Bu işi doğru yapacaklardı. Ama öyle olmadı...

Önce İthaki'nin telif sorunları yüzünden sadece Vakıf Serisi'ni basabileceğini "içerdeki" ağızlardan öğrendik. Daha sonra Robot Serisi'nin haklarının bir başka yayınevine ait olduğunu öğrendik ve hep bir ağızdan "Ne Alakaaa!??" dedik. Daha önce hiç roman basmamış bir yayıneviydi bu. Hem de bir devlet kurumuydu. Tübitak. Yani Bilim ve Teknik. Robot Serisi'nin akibeti meçhul. Gelelim İthaki'nin ettiklerine!

Önce Foundation'u bastılar. Bu doğru bir hamle. Asimov roman serileri içinde Okunması gereken ilk kitap. Ama ikinci kitap olarak basılan kitap... Ah... Yapılacak en kötü şeyi yaptı İthaki. Kronolojik sırayı takip etti. George Lucas, Star Wars'lara Episode 1'den başlasa bu kadar berbat etmezdi. "Vakıf Kurulurken" seri romanlar içinde kesinlikle ve kesinlikle okunması gereken son kitap! Romanlar hakkında ipucu vermemek için daha fazla açıklama yapmıyorum. Ama siz siz olun serilerin bütün kitaplarını okumadıysanız (Foundation and Earth ve Forward the Foundation hariç) Prelude to Foundation'u okumayın. Kafanız karıştıysa merak etmeyin aşağıya bir liste koydum. Ne yaptın İthaki? Niye yaptın?

Gelelim Asimov romanlarının hangi sırayla okunacağına... Asimov'u önce tanımanız gerek. Bunun için seri olmayan tekil kitaplarından birini en çarpıcısını okumalısınız. Bu ilk kitap önemli. Sonra serilere geçeceksiniz. Eğer bu sıralamaya uyma şansınız olursa bilin ki bir kitabın size verebileceği okuma zevkinin en büyüklerinden biri sizi bekliyor!
İşte sıralama:

1- End Of Eternity (Sonsuzluğun Sonu, tekil kitap)

Vakıf Serisi:
2- Foundation (Vakıf)
3- Foundation and Empire
4- Second Foundation
5- Foundation's Edge (ilk büyük şok)

Robot Serisi:
6- Caves of Steel
7- The Naked Sun
8- The Robots of Dawn (ikinci büyük şok)
9- Robots and Empire
Tekrar Vakıf Serisi:
10- Prelude to Foundation (son şok ve artık başka kitaplar size boş ve anlamsız görünecek)
11- Forward to Foundation
12- Foundation and Earth

Bütün bu kitapları okuduktan sonra seri içinde hayati önemi olmayan ama aynı gerçekliklerde geçen
Kısa Robot Hikayeleri:*The Complete Robot*Robot Dreams*Robot Visions*Gold: The Final Science Fiction Collection
İmparatorluk Romanları:*The Stars, Like Dust*The Currents of Space*Pebble in the Sky

isimli romanları yada tercümelerini okuyabilirsiniz.Ama önce numaralandırılmış sırayı takip etmelisiniz!

Saturday, June 11, 2005

Robotlar

Robotlar

Robot. Çekçe bir kelime. Dünya dillerine kazandıran Karel Capek. TRT'nin siyah-beyaz olduğu dönemlerde Lacek ve Placek'in hikayeleri oynardı ama neyin nesiydi hatırlamıyorum doğrusu... Robotlara dönelim. Burada güzel bir yazı var.

Sırasıyla robotumsular tarihi burada ve burada...

Ayrıca Robotlar ve Edebiyat ve Robotlar ve Sinema...

Robotların ontolojik sorunlarına değinen, çoklarının bütün zamanların en iyi bilimkurgusu dediği Ridley Scott imzalı Blade Runner'ı unutmamak lazım. Tyrell Corp.'un patronu Tyrell, Rutger Hauer'in canlandırdığı Nexus6 serisi robota: "Vaktin varken eğlen, hayatın tadını çıkart" dediğinde "Biyomekaniğin tanrısı nasıl eğleneceğimi de biliyordur" cevabını almıştı. Ve Roy, "yağmurdaki gözyaşları" gibi kaybolup gitmişti. Philip K.Dick üstadımızı da Isaac Asimov üstadla birlikte saygıyla anıyoruz.

Burada da en azından görüntü itibarıyla insan benzeri androidlerin günümüzdeki son halleriyle ilgili bir yazı ve yazı içinde haberi kaynağı bir başka link mevcut.

Üç Robot Kuralı:

1- A robot may not injure a human being, or, through inaction, allow a human being to come to harm. (Bir robot, bir insana zarar veremez yada harekete geçmeyerek zarar görmesine izin veremez.)

2- A robot must obey the orders given it by human beings except where such orders would conflict with the First Law. (Bir robot, bir insan tarafından verilen emirlere uymak zorundadır, 1.kuralla çelişmedikleri sürece...)

3- A robot must protect its own existence as long as such protection does not conflict with the First or Second Law. (Bir robot kendi varlığını korumalıdır, 1. ve 2. kuralla çelişmedikleri sürece...)