Saturday, August 27, 2005

Robotiğin Üç Yasası

Ne Robot AL-76 ne de Robot ZZ-3 hikayeleri benim ana düşünce akımımı temsil etmektedir. Gerçekte, Eylül 1940’da Super Science Stories dergisinde (editör tarafından seçilen ve bence kötü bir başlık olan “İlginç Oyun Arkadaşı” ismi ile) çıkan ilk robot hikayelerimden “Robbie” ile doğru bir başlangıç yaptım.

“Robbie” konuşamayan daha ilkel bir robot modeli hakkındadır. Çocuk bakıcılığı görevini yerine getirmek için tasarlanmıştır ve bu görevi övülecek kadar iyi yapmaktadır. İnsanoğluna tehdit olmaktan, yaratıcısını yoketmeyi istemekten veya dünyayı elegeçirmekten çok uzaktır. Sadece ne için tasarlandıysa onu yapmaya çabalamaktadır. (Bir otomobil uçmak ister mi? Bir elektrik düğmesi yazı yazmak ister mi?)

1940’larda yazılan ve hepsi Astounding Science Fiction dergisinde yayınlanan sekiz hikayemde de bu patikayı izledim. Bu hikayeler; “Reason” (1941), “Liar!” (1941), “Runaround” (1942), “Catch That Rabbit” (1944), “Paradoxical Escape” (1945), “Evidence” (1946), “Little Lost Robot” (1947) ve “The Evitable Conflict” (1950)’di.


Bu sekiz hikaye artı “Robbie” bir araya getirilerek 1950’de Gnome Press tarafından basılan “I, Robot” kitabım oluşturuldu. Herzaman ki tekrar basım ve yabancı basımlardan sonra yayından kalktı, bundan sonra “iyi bir mal”ı hemen farkeden Doubleday&Company’den yatırım beyefendileri 1963’de yeni bir basım ayarladılar.

Benim duyarlı, Mefistovari olmayan robotlarım gerçekte yeni bir tür değildi. 1940’dan öncede bu türde robotlar seyrek olsa dahi vardı. Aslında, mantıklı bir amacı hataya ve tehlikeye yolaçmadan yerine getirebilen bazı robotları İlyada’da bulabiliriz. Kitap XVIII’deki şu epikte, Thetis, oğlu Achilles için ilahi olarak dövülmüş mükemmel zırhı elde etmek amacıyla demirci tanrı, Hephaistos’u ziyaret eder. Hephaistos topaldır ve zorlukla yürür. Thetis’i karşılamak için dışarıya çıkmasını anlatan bir pasaj vardır (W.H.D. Rouse’un çevirisinden):

“Sonra o .... yanında kendisini destekleyen bir çift yardımcı ile kalın bir bastona dayanarak dışarıya topalladı. Bu yardımcılar tam olarak yaşayan kızlara benzeyecek şekilde altından yapılmıştı, kafalarında zeka vardı, konuşabilir ve kaslarını kullanabilirlerdi, yün eğirebilir ve dokuma yapabilirlerdi, ve işlerini yapıyorlardı...”

Kısaca bunlar robotlardı.


Ve şimdiye kadar, o kadar da kısa sayılmayacak 2500 yılla sınırlı bir sahada ilk olmamama rağmen, “modern robot hikayesi”nin yaratıcısı ünvanını kazanmama yetecek derecede tutarlı arka planı hikayelerimde oluşturmayı başardım.

Yavaş yavaş, hikaye hikaye, bu konu hakkındaki fikirlerimi geliştirdim. Benim robotlarımın platin-iridyum süngerinden yapılmış beyinleri ve pozitronların üretimi ve yokedilmesi ile ortaya çıkan “beyin yolları” vardı. (Hayır, bunun nasıl yapıldığını bilmiyorum.) Sonuçta benim yaratıklarım “pozitronik robotlar” olarak bilindiler.

Benim robotlarımın pozitronik beyinlerinin tasarımı, teknolojinin geniş ve girift, benim “robotik” ismini verdiğim, yeni bir sahasının açılmasını gerektiriyordu. Bana bu kelime “fizik” veya “mekanik” ne kadar tabii ise o kadar tabii göründü. Ancak beni şaşırtarak icat edilmiş bir kelimeye dönüştü ve Webster’s Unabridged’in ne ikinci ne de üçüncü baskısında bulunabilir.

Herşeyden önemlisi, robot beyinlerinin, kendi dışındaki bütün diğer şeyleri ikincil hale getiren temel tasarımına kelimelerle yerleştirilmesi amaçlanan, “Robotiğin Üç Yasası” olarak isimlendirdiğim metni kullanmamdı.

Bu yasalar aşağıdadır:

1. Bir robot, bir insana zarar veremez veya harekete geçmeyerek bir insanın zarar görmesine izin veremez.

2. Bir robot, Birinci Yasa ile çelişmedikleri sürece bir insan tarafından verilen emirlere uymak zorundadır.

3. Bir robot, bu koruma Birinci veya İkinci Yasa ile çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.

Açıkçası, modern bilimkurgu edebiyatındaki robot hikayelerinin doğasında en fazla değişikliği sağlayan robotiğin bu yasalarıydı. Artık iyi bilimkurgu dergilerinin sayfalarında eski, yaratıcısına karşı çıkan tipte bir robot seyrek olarak görülecekti çünkü, en basit açıklamayla, bu Birinci Yasa’nın çiğnenmesi demekti. Robot hikayeleri yazan pekçok yazar, bu üç yasayı görünürde alıntılamaksızın kabul ettiler ve okurlarından da aynı şeyi yapmalarını beklediler.


Aslında , gelecek yıllarda eğer bir şekilde hatırlanacaksam bunun robotiğin bu üç yasası sayesinde olacağını söylüyorum. Bu bir şekilde beni rahatsız ediyor çünkü kendimi bir bilimadamı görüyorum ve var olmayan bir bilimin var olmayan temelini oluşturduğum için hatırlanacak olmam utanç verici. Ancak eğer robotik benim hikayelerimde anlattığım mükemmellik derecesine bir şekilde ulaşırsa belki robotiğin üç yasasına benzer birşey gerçekten ortaya çıkabilir ve eğer böyle olursa her zaman rastlanmayacak derecede benzersiz (ne yazık ki eğer olursa, insanüstü) bir zafer kazanmış olacağım.

Benim pozitronik robot hikayelerim iki gruba ayrılabilir: Dr. Susan Calvin ile ilgili olanlar ve olmayanlar. Dr. Susan Calvin ile ilgili olmayanlar sıklıkla, sürekli deneysel robotların saha denemelerini yapan ve neredeyse sürekli bunlarla ilgili başları derde giren Gregory Powell ve Mike Donovan ile ilgilidir. Robotiğin Üç Yasası’nda, yeni hikayeler için gerekli belirsizlik ve çelişkileri sağlamaya yetecek kadar farklı anlamlara çekilebilme kapasitesi vardı ve benim için rahatlatıcı şekilde, bu Üç Yasa’nın altmış bir kelimesinden yeni bir açıyla düşünmek her zaman mümkün görünmektedir.

“I, Robot”daki dört hikaye Powell ve Donovan ile ilgilidir. Bu kitap basıldıktan sonra, böyle bir hikaye daha yayınlandı veya daha doğrusu bu yalnız Donovan hakkında bir hikayeydi. Bir kez daha robotlarım pahasına komik oluyordum ama bu kez hikayeyi anlatan ben değil Donovan’dı ve ben ondan sorumlu değilim.

“First Law” isimli bu hikaye ilk kez Fantastic Universe Science Fiction’ın 1956 Ekim sayısında yayınlandı.


Bu metin İsaac Asimov’un “Rest Of the Robots” isimli hikaye kitabında (Pyramids Books-1964) yazdığı bir hikaye tanıtım yazısıdır.

Çev:White

Not: Bu arada "Robotiğin Üç Yasası" ilgili bir site burada.



Saygın Bilimkurgu Eserleri

İnternet şaşkınlık verici bir ortam. İşte size seçkin bilimkurgu yazarlarından zip, rar, txt formatında kitaplar. Hem de eksiksiz, İngilizce okuma yapmak isteyenler için... Aralarında dilimize daha önce çevrilmemiş olanlar da var.

Wednesday, August 10, 2005

Frankenstein'den Robotlara

Bir yazarın kabusunu duymak ister misiniz?

Peki, o zaman, kendini Büyük Adam olarak gören , oldukça ünlü bir yazar hayal edin. Bir karısı var, kendi halinde bir kadın. Kadın da biraz yazar ama yazarlığı tabii ki ne kocasının ne dünyanın ne de (hepsinden önemlisi) kendi gözünde onun büyük, onun muhteşem kocasına göre bir hiç.

Ve hayal edin, bir sohbetin sonucunda, kendi halindeki bu kadın belli bir konu hakkında bir roman yazacağını bildirir. Ve Büyük Adam, masumca gülümseyerek, “Tabii canım. Hadi bakalım yaz.” der.

Ve kadın romanı yazar, roman yayınlanır ve tamamen devasa sayılacak bir heyecana yolaçar. Ve daha sonraki zamanlarda, Büyük Adam evrensel olarak büyük kabul edilmesine karşın sonsuza kadar hatırlanacak olan bu kendi halinde kadının romanı olur ve bu roman o kadar iyi bilinir ki romanın ismi İngiliz dilinde deyim haline gelir.

Normalde ben merkezci bir yazar için ortaya çıkacak ne kadar dehşet verici bir durum.

Ancak bunu kurgulamıyorum. Bu gerçek bir hikaye. Bu gerçekleşen bir olay.

Büyük Adam, İngiliz dilinin muhteşem lirik şairlerinden biri olan Percy Bysshe Shelley’di. Yirmi iki yaşındayken, Mary Wollstonecraft Godwin ile gizlice kaçtı. Olay romantik olmasına rağmen, o sırada Shelley henüz evli bir adam olduğu için biraz kurallara uymayan şekilde oldu.

Durum öyle aleniydi ki İngiltere dışına çıkmaları onlar için daha iyi oldu ve 1816 yılının yazında, Shelley kadar büyük bir şair ve dile düşmüş bir beyefendi olan Lord Byron olarak tanınan George Gordon ile beraber İsviçre’de Genova gölünün sahillerinde kaldılar.

Bu sırada, bilim dünyası mayalanma süreçi içindeydi. !791’de İtalyan fizikçi Luigi Galvani, kurbağaların kaslarının eğer iki farklı metal dokundurulursa kasıldığını keşfetmiş ve bu ona yaşayan dokuların “hayvan elektriği” ile dolu olması gibi görünmüştü. Bu teori başka bir İtalyan fizikçi, Alessndro Volta tarafından, elektriğin canlı veya daha önce canlı dokular olmadan değişik metallerin yanyana konulması ile üretilebileceğini göstermesiyle şüpheli hale geldi. Volta ilk pili icat etmesini takiben İngiliz kimyacı, Humphry Davy 1807 ve 1808’de daha önce görülmemiş güçte bir pil üreterek bunu devamını getirdi ve bunun yardımıyla elektrik olmayan dönemde kimyacılar için imkansız olan çeşitli kimyasal reaksiyonlar gerçekleştirdi.

Bunun için, elektrik gücü temsil eden bir söz oldu ve Volta’nın araştırmaları Galvani’nin “hayvan elektriği”nin yanlış olduğunu kısa sürede ortaya çıkarmasına rağmen bu söz halk arasında büyülü bir tabir olmayı sürdürdü. Elektriğin hayatla ilişkisine ilgi çok yoğundu.

Bir akşam Byron, Shelley ve Godwin’in de bulunduğu küçük bir grup elektrik yoluyla gerçekten bir hayat yaratmanın mümkün olup olmadığını tartıştılar ve bu Mary’ye bu konu üzerine bir fantazi yazabileceğini hatırlattı. Byron ve Shelley bunu desteklediler ve aslında onlar da, bu kendi halinde arkadaşlarının özel eğlencesi için fantastik romanlar yazmayı düşündüler. Gerçekte bu fikri sadece Mary devam ettirdi. Bu yılın sonunda ilk Mrs. Shelley intihar ettiği için artık Shelley ve Mary evlenebilir ve İngiltere’ye dönebilirlerdi. Mary Shelley romanını 1817 yılında İngiltere’de bitirdi ve roman 1818’de yayınlandı. Bu roman, labaratuvarında bir varlığı bir araya getiren ve sonra elektrik yoluyla onu canlandırmayı başaran anatomi öğrencisi genç bir bilim adamı hakkındaydı. Bu varlık (isim verilmemişti) bütün görenleri nöbet geçirtecek kadar korkutan korkunç yüzü ile iki buçuk metrelik canavarımsı bir yaratıktı.

Bu canavar insan toplumunda kendine bir yer bulamaz ve sonuçta bundan duyduğu acı sebebiyle bilim adamına ve bütün sevdiklerine düşman olur. Bilim adamının akrabaları (evleneceği kız da dahil) birer birer yokedilir ve sonunda bilim adamı da ölür. Canavar, muhtemelen vicdan azabıyla ölmek üzere, vahşi tabiatta başıboş dolaşmaya başlar.

Roman çok büyük bir heyecana yolaçtı ve ortaya çıkardığı bu büyük heyecan hiç bitmedi. Hangi Shelley’in genel olarak insanlar üzerinde daha büyük etki yaptığı konusunda sorgulamaya açıkça gerek yoktur. Edebiyat öğrencileri için Shelley denince akla gelen Percy Bysshe olabilir ama sokakta insanları durdurun ve onlara hiç Adonias, The Cenci veya Ode to the West Wind’ı duyup duymadıklarını sorun.Tabii duymuş olabilirler ancak duymamış olmaları çok daha muhtemeldir. Daha sonra Frankenstein’ı duyup duymadıklarını sorun.

Frankenstein, Mrs. Shelley’in romanının ve bu canavarı yaratan genç bilimadamının ismiydi. Bundan sonra Frankenstein ismi, kendi yaratıcını yokeden herhangi birşey yaratan herkez veya herşey için kullanılan bir deyim oldu. Günümüzde sadece mizahi olarak kullanılan “Bir Frankenstein canavarı yarattım” ifadesi böyle basmakalıp bir söz haline geldi.

Frankenstein’ın başarısını, en azından kısmen, insanoğlunun hiç bitmeyen korkularından birisi olan tehlikeli bilgiye karşı korkuyu yeniden ortaya koymasına borçluydu. Frankenstein, insan için anlamı olmayan bilgiyi arayan başka bir Faust’tu ve kendi Mefistovari cezasını yarattı.

19. yüzyılın başlarında Frankenstein’ın yasak bilgiyi dine karşı saygısızca kullanımının gerçek doğası aşikardı. İnsanoğlunun ilerleyen bilimi ölü maddelere hayat verebilir ama bu Tanrı’nın özel bölgesi olduğu için insanoğlunun yapabileceği hiçbirşey bir ruh yaratamazdı. Bunun için Frankenstein’in en fazla yapabileceği ruhsuz bir zeka yaratmaktı ve sonuçta böyle bir ihtirasta günahtı ve azami cezayı hakediyordu.

Teolojik “Yapmayacaksın” engeli 19. yüzyıl ilerledikçe insanoğlunun bilgisinin artması ve bilimin ilerlemesi ile zayıfladı. Endüstri devrimi genişleyip derinleşti ve Faust motifi, geçici olarak yerini ilerlemeye ve kaçınılmaz şekilde yaklaşan bilim ütopyalarına yönelik canlı bir inanca bıraktı.

Maalesef, bu rüya I. Dünya Savaşı ile parçalandı. Bu korkunç katliam, bilimin neticede insanlığın düşmanı olabileceğini oldukça açık gösterdi. Bilim sayesinde, yeni patlayıcılar üretildi ve yine bilim sayesinde bu patlayıcıları daha önce güvenli sayılabilecek cephelerin gerisine ulaştırmak için uçaklar ve gemiler inşa edildi. Siperlerin en büyük korkusu olan zehirli gaz kısmen bilim sayesinde mümkün oldu*.


Sonunda, şeytani bilim adamı veya en iyi olduğunda dine karşı saygısız olan ahmak bilim adamı I. Dünya Savaşı sonrası bilimkurgusunda demirbaş karakter oldu.

Savaştan hemen sonraki günlerde bu motifin yine yarı canlılar yaratılmasını irdeleyen dramatik ve etkili bir örneği ortaya çıktı. Bu Çek yazar, Karel Kapek tarafından yazılan R.U.R oyunuydu. Bu eser 1921 yılında yazıldı ve 1923 yılında İngilizce’ye çevrildi. R.U.R’un açılımı Rossum’s Univeral Robots’du (Rossum’un Evrensel Robotları). Rossum, Frankenstein gibi, yapay insanlar yaratmanın sırrının keşfetmişti. Bunlara, Çek dilinde “işçi” anlamına gelen bir kelime olan “robot” deniyordu ve takiben bu kelime İngilizce’ye girdi ve kalıcı oldu.

Robotların, isimlerininde ima ettiği gibi, işçi olmaları beklenir ama herşey yanlış gider. İnsanoğlu motivasyonunu kaybettiği için üremeyi bırakır. Devlet yöneticileri robotları savaşta kullanmayı öğrenirler. Robotlar kendileri bir isyan başlatırlar, insanoğlunun kalanını yok ederler ve dünyanın sahibi olurlar.

Bir kere daha bilimsel Faust yarattığı Mefistovari yaratık tarafından yok edilir.

1020’lerde bilimkurgu ilk kez popüler bir sanat formu oldu ve artık sadece Verne ve Wells gibi seyrek çıkan bir ustanın elindeki bir oyun değildi. Sadece bilmkurguya tahsis edilmiş dergiler ortaya çıktı ve “bilimkurgu yazarları” edebiyat sahnesinde kendilerini göstermeye başladılar.

Ve bilimkurgunun demirbaş konularından biri, genellikle ruhsuz veya duygusuz demir adamlar olarak resmedilen robotların icad edilmesiydi. Frankenstein ve Rossum’un ulaştıkları kaderlerinin ve iyi bilinen yaşanmış olayların etkisiyle bu konuda küçük değişikliklerle durmadan kendini tekrar görünmekteydi. –Robotlar yaratılır ve yaratıcılarını yok ederler; robotlar yaratılır ve yaratıcılarını yok ederler; robotlar yaratılır ve yaratıcılarını yok ederler-

1930’larda bilimkurgu okuru oldum ve kısa sürede binlerce kere anlatılmış bu kısır hikayeden bıktım. Bilimle ilgilenen bir insan olarak bilimin bu saf Faustvari yorumuna içerlemeye başladım.

Evet, bilginin kendi tehlikeleri vardı ama bunun karşılığında bilgiden vaz mı geçmeliydik? Daha sonra maymuna dönmeye ve yaptığımız hatalardan dolayı insanı insan yapan özü kaybetmeye mi hazırlanmalıydık? Veya bilginin kendini getirdiği tehlikelere karşı bir set olarak mı kullanmalıydık?

Bir diğer deyişle, gerçekten Faust’un Mefisto ile yüzleşmesi zorunludur ama Faust’un yenilmesi zorunlu değildir.

Bıçaklar sapları ile imal edilir ve bunun için güvenli olarak tutabiliriz, merdivenlerin trabzanları vardır, elektrik kabloları kaplanır, düdüklü tencerelerine buhar için güvenlik çıkışı yapılır- insan eliyle yapılan herşeyde düşünce tehlikeyi en aza indirmekdir. Bazen insan zekasının doğası veya tabiatın ortaya çıkardığı sınırlamalar sebebiyle elde edilen güvenlik yetersizdir. Bununla beraber, bu çaba ortadadır.

Bir robotu da temelinde bir diğer insan yapımı alet olduğunu düşünün. Bu, Tanrı’nın özel alanına karşı, başka bir insan yapımı aletten daha fazla (veya daha az) bir ihlale yolaçmaz. Bir makine olarak robot şüphesiz mümkün olduğunca güvenilir şekilde tasarlanacaktır. Eğer robotlar insanların düşünme süreçlerini taklit edecek kadar gelişirtirilirlerse, kesinlikle bu düşünme sürecinin doğası insan mühendisler tasarlanacak ve içine güvenlik önlemleri eklenecektir. Bu güvenlik mükemmel olmayabilir (ne mükemmel ki?) ama insanların elinden geldiği kadar tam olacaktır.

Bütün bunlar aklımdayken 1940’larda kendi robot hikayelerimi, ama yeni bir türde, yazmaya başladım. Benim robotlarım asla, amaçsızca sadece Faust’un suçunu ve cezasını, (sıkıcı) bir kez daha, göstemek için kendi yaratıcılarına karşı dönmediler.

Benim robotlarım, imansızlar tarafından yaratılan insan benzerleri değil mühendisler tarafından tasarlanan makinelerdi. Benim robotlarım, “beyin”lerine üretimi sırasında konan mantık yollarına göre hareket ediyordu.

Ancak, kabul etmeliyim ki seyrek de olsa ilk denemelerimde robotları bir eğlence figüründen daha fazlası olarak gördüm. Onu sadece yapması için tasarımlandığı görevi yapmaya çalışan tamamen zararsız bir yaratık olarak resmettim. İnsanlara zarar verebilme imkanları yoktu ancak bu zavallı makinelerin ölümcül derecede tehlikeli olduğu fikrinde ısrar eden, (buna bazı hikayelerimde verdiğim isimle) “Frankenstein kompleksi” taşıyan insanlar tarafından kurban ediliyorlardı.

Bunun bir örneği 1942’de Amazing Stories’de ilk kez yayınlanan “Robot Al-76 Goes Astray”dır (Yolunu Şaşıran Robot Al-76).

* Bilimin I. Dünya Savaşı’ndaki Faustvari rolü, II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasında oynadığı role göre neredeyse yok sayılacak kadar küçüktü. Hidrojen bombası ve biolojik savaşa göre zehirli gaz sadece küçük bir rahatsızlıktı.

Bu metin İsaac Asimov’un “Rest Of the Robots” isimli hikaye kitabına (Pyramids Books-1964) yazdığı önsözdür.

Çev:White

Lazy Men - Tembeller

Hazır Heinlein demişken:

Progress isn't made by early risers. It's made by lazy men trying to find easier ways to do something.

"Gelişme" öncüler tarafından gerçekleştirilmez. O bazı tembel adamların, bazı şeyleri kolay halletmeye çalışmaları sırasında olur.



Robert Heinlein,
Time Enough For LoveUS science fiction author (1907 - 1988)