Friday, January 27, 2006

Kara Koyun


Bir zamanlar herkesin hırsız olduğu bir ülke vardı. Geceleri herkes bir fener ve levye ile silahlanıp komşularının evine girerdi.Tan ağarırken çuvalını doldurmuş geri döndüğünde kendi evinin de soyulmuş olduğunu görürdü.Böylece herkes uyum içinde yaşardı , kimsenin durumu çok kötü değildi. Biri birini , o öbürünü soyar, böylece son insana kadar gelinir , sonuncu da o birinciyi soyardı.Bu ülkede ister sat , ister al sahtekarlık demekti. Hükümet insanlardan çalmak için kurulmuş bir suç örgütüydü , insanlar da bütün zamanlarını hükümeti aldatarak geçirirlerdi. Yaşam hiçbir sorun çıkmadan sürüyordu ; orada yaşayanlar ne zengindiler ne de yoksul.Sonra bir gün - nasıl olduğunu kimse bilmiyor - dürüst bir adam çıkageldi. Geceleri çuvalını alıp hırsızlık etmek için dışarıya çıkmak yerine evde oturuyor , piposunu tüttürüp roman okuyordu. Hırsızlar oraya gelip de ışık görünce geriye dönüyorlardı.Ama bu böyle gitmedi. Dürüst adama böyle rahat bir hayat yaşamakla havanın ona göre hoş olabileceğini , ama kimseyi çalışmaktan alıkoymaya hakkı olmadığını söylediler.Evde oturduğu her gece bir aile aç kalıyordu. Dürüst adam verecek yanıt bulamadı. O da tuttu tan yeri ağarana kadar geceyi dışarıda geçirmeye başladı , ama hırsızlık etmeye eli varmadı. Dürüsttü işte o kadar Köprüye kadar yürüyor , altından suyun akışını izliyordu. Sonra evine geliyor evini soyulmuş buluyordu. Bir hafta geçmeden dürüst adamın beş parası kalmadı , yiyeceği tükendi ; ev soyulup soğana çevrilmişti. Ama kendinden başka kimseyi suçlayamazdı. Sorun dürüstlüğüydü ; düzeni alt üst etmişti. Karşılığında kimseyi soymadan kendini soymalarına izin vermişti. Böylece her sabah birisi geri döndüğünde evini soyulmamış buluyordu - dürüst adamın bir gece önce soyması gereken ev- Çok geçmeden evler , evleri soyulmayanlar kendilerinin öbürlerinden daha zengin olduklarını gördüler elbette , onun için çalmak istemediler , öte yandan dürüst adamın evini soymaya gelenler elleri boş döndüler, yoksullaştılar.Zenginleşenler köprünün üzerinde dürüst adama katılmaya , onunla birlikte akan suyu seyretmeye başladılar. Bu karışıklığı daha da arttırdı. Zenginleşenlerin de , yoksullaşanların da sayısı arttı. Bu kez zenginler geceleri köprünün üzerinde geçirirlerse yoksullaşacaklarını gördüler. "Neden yoksullara biraz para verip bizim için çalmalarını sağlamıyoruz " diye düşündüler.Sözleşmeler imzalandı. Maaşlar yüzdeler belirlendi. Her iki tarafta pek çok sahtekarlıklar yaptılar elbette ; insanlar hala hırsızdılar. Ama sonuçta zenginler daha zengin , yoksullar daha yoksul oldular.Zenginlerin bir kısmı öylesine zenginleştiler ki , artık çalmaları ya da kendileri için çaldırmaları gerekmiyordu. Ama çalmayı bırakırlarsa çok geçmeden yoksullaşacaklardı ; yoksullar bunu sağlardı.Onun için yoksulların en yoksullarına mallarını öbür yoksullardan korumak için para verdiler. Böylece polis kuvvetleri kuruldu , hapishaneler açıldı. Dürüst adamın oraya gelişinden birkaç yıl sonra kimse çalmaktan , soyulmaktan söz etmez oldu , artık yalnızca ne kadar zengin ya da yoksul olduklarını konuşuyorlardı. Gene de bir miktar hırsız kalmıştı.Bir de dürüst olan o bir tek adam vardı , o da zaten çok geçmeden açlıktan öldü.
Italo Calvino - Kara Koyun

Tuesday, January 24, 2006

I Robot, Ama Asimov Değil


Cory Doctorow'a ait ve bu yılın İngiliz Bilimkurgu Ödüllerine(British Science Fiction Awards) adaylardan finalist öyküsü I Robot'u internet üzerinden de okuyabilirsiniz. Creative Commons ile lisanslanmış The Infinite Matrix webzine'da yayınlanan bu öykü dışında ingilizcesi olanlar için Charles Stross'un Accelerando adlı romanını da online lisansı ile indirip okuyabiliyorsunuz.

Wednesday, January 18, 2006

Bilimkurgunun İşlevi


Milattan önce 2.yy'da Samasota'lı Lucian'ın, Güneş'e ve Ay'a yolculuğu anlatan romanslar yazarken, 1657-1662 yıllarında Cyrano De Bergerac'ın, Voyage dans la lune ve L'histoire des etats et empires du soleil isimli eserlerini kaleme alırken 1835'te Edgar Allan Poe'nun da The Unparalled Adventures of One Hans Pfall adlı öyküsünü kaleme alırken birbirinden çok da farklı olmayan niyetleri beslediklerini düşünmek yanlış olmayacaktır... Ardından Jules Verne, HG Welles aynı ideallerle eserler ortaya koydular.

Sözkonusu eserlere üstünkörü bakan birisi bile, bilimkurgunun en temel işlevlerinden birinin farklı düşünebilme becerisi ile ilgisi olduğunu anlayabilir. Farklı düşünmek deyince sadece bir çeşit fanteziler dünyası kurup eğlenmek gibi bir sonucun ortaya çıkacağı düşünülebilir ama işin aslı öyle değil... Örneğin Cervantes'in Don Quijote'si de pek çok yönüyle fantastik kabul edilebilir. Ne var ki okuyucularına çılgın bir adamın gözünden dünyaya bakmayı öğretir, Cervantes. Ve bu sayede toplumsal bazı sorunları görebilmeyi, eleştiriler getirmeyi ve belki de öneriler sunmayı başarır.

Zaman zaman ömürlerine sığmasa da, farklı düşünmeyi bir yaşam tarzı haline getiren öncü beyinler toplumları değiştirmeyi başarmışlardır. Git gide daha fazla distopyalara benzeyen dünyamızda bilimkurgunun değeri de artmaktadır. Kalabalıklar her ne kadar uyuyor gibi görünse de bir şeylerin ters gittiğini de anlayabiliyorlar olsa gerek ki Matrix ve benzeri filmler bu kadar popüler oluyor. Öte yandan bilimkurgudan somut devrimci adımlar beklemek de hayal kırıklığı yaratabilir, bir film izleyip, ya da bir kitap okuyup dünyanızı değiştireceğinizi beklemek en azından her zaman gerçekçi olmayabilir. Ancak bilimkurgu farklı düşünebilmeyi bir disiplin haline getirme gücüne de sahiptir. Tam bir "B" film olan John Carpenter'ın They Live belki de birkaç karesiyle de olsa işlevi yerine getiriyor.